sponsorlu bağlantılar

31 Ekim 2010 Pazar

ÖSYM KPSS 2010,31 Ekim KPSS soruları ve cevapları


Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından temmuz ayında gerçekleştirilen Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS)'nda soruların çalındığı iddiasıyla başlatılan soruşturmanın ardından iptal edilen KPSS Eğitim Bilimleri Sınavı nihayet yapıldı.

Türkiye'de 81 il merkezinde ve KKTC'de Lefkoşa'da toplam 931 binadaki 12 bin 647 salonda düzenlenen sınava, öğretmen adayı 294 bin 909 aday katıldı. Sınavda emniyet görevlisi hariç 40 bin 800 personel görev aldı.

Pazar günü saat 09.30'da başlayan sınavda, adaylara 120 soru soruldu ve 150 dakika süre verildi.

İptal edilen KPSS Eğitim Bilimleri Sınavı'nda 100 ve üstünde doğru yanıt vererek yüksek puan alan adayların sınava girecekleri yerler ise il bazında değiştirildi. Söz konusu adaylar, kendileri için belirlenen yeni merkezlerde sınava alındı.

Öğretmenden KPSS'de yüzük tepkisi

Kopya çekildiği iddiasıyla iptal edilen KPSS Eğitim Bilimleri Sınavı, yoğun güvenlik önlemleri altında yapılıyor. Kırşehir'de yapılan sınavda görevliler ilginç bir olayla karşılaştı. İşletme öğretmeni olduğu öğrenilen Murat Dursun, Ahi Evran Üniversitesi Meslek Yüksekokulu binasında sınava girmek için kapıya geldi. Polisler, şahsın üzerinde bulunan bütün metal eşyaları, kalemini ve silgisini bırakmasını söyledi. Bunların yanı sıra nişan yüzüğünün de bırakılması gerektiği belirtildi. Bunun üzerine sinirlenen Dursun, "Ben nişan yüzüğümü yemin edip taktım. Kimse de bana bu yüzüğü çıkarttıramaz. Almıyorsanız girmiyorum." diyerek, sınav giriş belgesini yırtıp görevlilerin önüne attı. Görevliler ise yırtılan kâğıtları toplayıp, tutanak tutmak için idari binaya götürdü.

Öte yandan diğer adayların üst aramasından çıkan sigara, araç kontakları, çakmak ve madeni paraların okulun yan tarafında bulunan toprak yığınları arasına bırakılması dikkat çekti.

Kırşehir'de Kamu Personeli Seçme Sınavı'na (KPSS) giren bir öğretmen, kopya ihtimaline karşın parmağındaki nişan yüzüğünün çıkarılmak istenmesine tepki olarak sınav belgelerini yırttı. İşletme öğretmeni, "Ben bu nişan yüzüğümü yemin ederek taktım. Kimse bana bu yüzüğü çıkarttıramaz." diyerek sınav giriş kağıtlarını yırttı. Yırtılan belgeleri toplayan görevliler olayla ilgili tutanak tuttu. Kopya çekildiği iddiasıyla iptal edilen KPSS Eğitim Bilimleri Sınavı, yoğun güvenlik önlemleri altında yapılıyor. Kırşehir'de yapılan sınavda görevliler ilginç bir olayla karşılaştı. İşletme öğretmeni olduğu öğrenilen Murat Dursun, Ahi Evran Üniversitesi Meslek Yüksekokulu binasında sınava girmek için kapıya geldi. Polisler, şahsın üzerinde bulunan bütün metal eşyaları, kalemini ve silgisini bırakmasını söyledi. Bunların yanı sıra nişan yüzüğünün de bırakılması gerektiği belirtildi. Bunun üzerine sinirlenen Dursun, "Ben nişan yüzüğümü yemin edip taktım. Kimse de bana bu yüzüğü çıkarttıramaz. Almıyorsanız girmiyorum." diyerek, sınav giriş belgesini yırtıp görevlilerin önüne attı. Görevliler ise yırtılan kâğıtları toplayıp, tutanak tutmak için idari binaya götürdü. Öte yandan diğer adayların üst aramasından çıkan sigara, araç kontakları, çakmak ve madeni paraların okulun yan tarafında bulunan toprak yığınları arasına bırakılması dikkat çekti.

7 BİN KİŞİNİN SINAV YERİ DEĞİŞTİRİLDİ

ÖSYM yetkilileri ise, 100 net ve üzeri alan yaklaşık 7 bin adayın yerlerinin “güvenlik” gerekçesiyle değiştirildiğini anlattı. Bu durumda bulunan Güneydoğu illerinde adayların sınav yerleri Ankara’ya, İç Anadolu bölgesindeki illerdeki adayların sınav yerleri ise İstanbul’a alındı.

kpss puanları,KPSS Eğitim Bilimleri Puan Hesaplama


ham puanın ortalama ve standart sapması kullanılarak standart puan hesaplanacaktır. Genel Yetenek ve Genel Kültür Testleri için daha önce hesaplanmış standart puanlar kullanılacaktır.


Testte, doğru ya da yanlış hiçbir cevabı bulunmayan adaylar bu test için yapılacak hesaplamalara alınmayacaklar ve bu adaylara bu test için standart puan hesaplanmayacaktır.
Cevap kâğıdında soru kitapçığı türünü belirtmeyen, bu alanı boş bırakan adayın sınavı geçersiz
sayılacaktır.
Genel Yetenek, Genel Kültür ve Eğitim Bilimleri Testlerinden elde edilen standart puanlar kullanılarak ağırlıklı standart puan (ASP) hesaplanacaktır. ASP hesaplanırken Genel Yetenek Testi 0,30, Genel Kültür Testi 0,30 ve Eğitim Bilimleri Testi 0,40 katsayısı ile çarpılacaktır.
Bir adayın ASP’nin hesaplanabilmesi için bu adayın söz konusu ASP’nin hesaplanmasına giren
testlerin her birinden standart puanı olması gerekir.
Adayların ASP’leri kullanılarak KPSS puanları hesaplanacaktır. KPSSP10 puanın
hesaplanmasında aşağıdaki formül kullanılacaktır:

KPSSP10 = 70 + (30 [ 2 (ASP – X ) – S]) / [2 ( B – X )] – S

Kısaltmalar
KPSS : Kamu Personel Seçme Sınavı
ASP : Ağırlıklı standart puan
X : ASP dağılımının ortalaması
S : ASP dağılımının standart sapması
B : ASP dağılımındaki en yüksek ASP

Çevik Kuvvet ekibine saldırı taksim'de patlama


İstanbul Taksim'de Çevik Kuvvet ekibine yönelik bombalı saldırı düzenlendi. İlk belirlemelere göre erkek canlı bomba Taksim Meydanı'nda görev yapan Çevik Kuvvet ekiplerinin bulunduğu noktaya geldi ve üzerindeki bombanın pimini çekti.




Video için tıklayınız 1

Video için tıklayınız 2



2'Sİ AĞIR 15 YARALI

Patlamanın ardından Taksim Meydanı trafiğe kapatıldı ve gazeteciler patlamanın olduğu yere yaklaştırılmıyor. Olay yerinde incelemelerde bulunan İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, erkek canlı bombanın Çevik Kuvvet otobüsüne binmeye çalışırken meydana gelen patlamada 2'si ağır 15 kişinin yaralandığını söyledi.

Patlama sonrası polisin düzenlediği operasyonlara 6 polis helikopteri de havadan destek veriyor.

Uluslararası haber ajansları patlamayı flaş haber olarak duyurdu.

Saldırının pazar sabahı erken saatlerde gerçekleşmesi can kaybı ve yaralı sayısını azalttı.

Galatasaray 2-1 Antalyaspor maçın golleri özeti






Karşılaşmaya iki ekip de kontrollü başlarken taraftarlar "gol" diye bağırmak için 30 dakika beklemek zorunda kaldı.






Bu dakika içerisinde sağ kanattan gelen ortaya Servet iyi yükselerek kafayı vurdu ve direğin içine çarpan top ağlarla buluştu: 1-0.



Bu golden sadece 4 dakika sonra Antalya savunması yine sağ kanattan gelen ortayı çıkarmak istedi ancak ceza yayında topun gelişine sert vuran Pino, durumu Galatasaray lehine 2-0'a taşıdı.



Bu golden sonra da ataklarını sürdüren Sarı-Kırmızılılar, Neill ile net bir golü kaçırdı ve ilk 45 dakika 2-0 sona erdi.






İkinci yarıya da iyi başlayan Galatasaray, hiç beklemediği bir anda topu ağlarında gördü. 56. dakikada Musa, Kırmızı-Beyazlılar adına farkı bire indirdi ve durum 2-1 oldu.



Golden sonra morallenen Antalyaspor, Galatasaray'ı sahasına hapsetti. Sarı-Kırmızılılar, beraberlik sayısını bulamayan Antalya karşısında ilerleyen dakikalarda şoku atlattı ve oyuna ağırlığını koydu.



86. dakikada Misimovic ile mutlak bir gol pozisyonunu değerlendiremeyen Galatasaray, farkı arttırmayı başaramadı. Karşılaşmanın son dakikaları ise nefesleri kesti.



Konuk ekibin beraberlik için herşeyi yaptığı anlarda son vuruşlarda etkili olamayan Antalyasporlu oyuncular skor tabelasını değiştiremedi ve Galatasaray sahadan 2-1'lik galibiyetle ayrılmayı başardı.






GALATASARAY: 2 - MEDİCAL PARK ANTALYASPOR: 1



STAT: Ali Sami Yen

HAKEMLER: Bünyamin Gezer, Alpaslan Dedeş, Orkun Aktaş



GALATASARAY: Ufuk, Serkan (Dk. 43 Ali Turan), Neill, Servet, Hakan Balta (Dk. 71 Insua), Sabri, Barış, Cana (Dk. 60 Emre), Mustafa Sarp, Misimovic, Pino

TEKNİK DİREKTÖR: Gheorghe Hagi



MEDİCAL PARK ANTALYASPOR: Ömer, Erkan, Radeljic, Musa, Yenal, Kerem, Sedat, Uğur, Tita, Necati (Dk. 55 Ali Zitouni), Veysel (Dk. 76 Djiehoa)

TEKNİK DİREKTÖR: Mehmet Özdilek



GOLLER: Dk. 31 Servet, Dk. 34 Pino (Galatasaray), Dk. 55 Musa (Medical Park Antalyaspor)

SARI KARTLAR: Dk. 21 Yenal, Dk. 24 Uğur, Dk 27 Radeljic (Medical Park Antalyaspor), Dk. 42 Serkan, Dk. 60 Ali Turan, Dk. 74 Misimovic, Dk. 90 Barış (Galatasaray)






İLK YARIDAN POZİSYONLAR

4. dakikada gelişen Galatasaray atağında ceza yayı önünde topla buluşan Sabri'nin şutunda top üstten auta çıktı.

10. dakikada sağ kanatta topla buluşan Sabri, ceza alanına ortasını yaptı. Gelişine sert vuran Misimovic'in şutunda top kaleci Ömer'de kaldı.

18. dakikada Medical Park Antalyaspor, Tita ile önemli bir fırsattan yararlanamadı. Sedat derinlemesine pasında topu ceza alanı önünde bulunan Necati'ye, Necati de kendisinden daha uygun durumda olan Tita'a aktardı. Tita'nın sol çaprazdan yerden vuruşunda köşeye giden topu kaleci Ufuk kurtardı.

31. dakikada Galatasaray'ın golü geldi. Sağ kanattan Misimovic'in kullandığı korner atışında ceza alanında iyi yükselen Servet'in kafa vuruşunda top ağlara gitti: 1-0

34. dakikada Galatasaray farkı 2'ye çıkardı. Sabri'nin sağdan ortasında savunmadan seken topu önünde bulan Pino, sert bir vuruşla topu ağlara gönderdi. 2-0

36. dakikada Galatasaray mutlak bir golden oldu. Sol kanattan gelişen atakta Pino, topu arka direkteki Misimovic ile buluşturdu. Bu oyuncunun kale önüne doldurduğu topa arka direkte Neill vuramayınca, top auta çıktı.

45 1. dakikada Antalyaspor'dan Uğur'un ceza alanı dışından sert şutunu kaleci Ufuk, kornere çeldi.






İKİNCİ YARIDAN POZİSYONLAR

48. dakikada Misimovic'in sağdan kullandığı korner atışında ceza alanında iyi yükselen Servet'in kafa vuruşunda top üstten auta çıktı.

49. dakikada Galatasaray sağdan bir korner atışı daha kazandı. Misimovic'in kullandığı atışta bu kez ön direkteki Neill kafayı vururken, meşin yuvarlak yandan auta çıktı.

51. dakikada gelişen Antalyaspor atağında Erkan'ın sağdan ortasında Veysel'in kafa vuruşunda top kaleci Ufuk'ta kaldı.

56. dakikada Antalyaspor'un golü geldi. Sedat'ın savunmanın arkasına attığı topta Galatasaray savunması ofsayt düşüncesiyle duraklarken arkaya sarkan Musa'nın aşırtma vuruşunda top kaleci Ufuk'un müdahalesine rağmen ağlarla buluştu: 2-1

66. dakikada Antalyaspor atağında Veysel pasını Kerem'e aktardı. Bu oyuncunun vuruşunda top üstten auta çıktı.

70. dakikada Pino'nun pasıyla topla buluşan Misimovic'in sağ çaprazdan vuruşunda top az farkla auta çıktı.

77. dakikada Misimovic'in sağdan kullandığı serbest atışta ceza alanında iyi yükselen Servet'in kafa vuruşunda topu kaleci Ömer, kornere çeldi.

87. dakikada Misimovic'in kaptığı topla gelişen Galatasaray atağında ceza alanına girerken Pino pasını Misimovic'e aktardı. Bu oyuncunun vuruşunda, kaleci Ömer'den dönen topu savunma uzaklaştırdı.

89. dakikada Antalyaspor gole yaklaştı. Djiehoua'nın pasında ceza alanında topla buluşan Ali Zitouni'nin vuruşunda top üstten auta çıktı.

Barcelona 5-0 Sevilla maç özeti golleri video 30 ekim

İspanya La Liga’nın 9. hafta mücadelesinde Barcelona sahasında Sevilla’yı 5-0 yenerek show yaptı. Nou Camp Stadı’nda oynanan karşılaşmada ev sahibi ekip Barcelona çok hızlı gibi başladı. Barca ekibi mücadelenin henüz 5. dakikasında Arjantinli yıldızı Lionel Messi’nin attığı gol ile 1-0 öne geçti. Bu golden sonra 24. dakikada sağ taraftan Sevilla ceza sahasına güzel bir şekilde giren David Villa, ceza sahası köşe çizgisinin yakınından Sol ayağı ile topu köşeye göndererek şık bir gole imza attı ve takımını 2-0 öne geçirdi.


Mücadele rakibine bariz bir üstünlük sergileyen ve oyunu kontrolünde tutmayı başaran Barcelona, 53. dakikada Dani Alves ve 64. dakikada Lionel Messi ve 90+1. dakikada David Villa’nın attığı goller ile sahadan 5-0′lık galibiyetle ayrıldı.


Barcelona: 1-Valdes, 2-Alves, 3-Pique, 5-Puyol(66. dakika Adriano), 22-Abidal, 16-Busquets, 6-Xavi(60. dakika Mascherano), 8-Iniesta, 17-Pedro(60.dakika Bojan), 10-Messi, 7-Villa


Yedekler: 9-Bojan, 13-Pinto, 14-Mascherano, 15-S. Keita, 19-Maxwell, 21-Adriano, 30-Thiago


Sevilla: 13-Javi Varas, 4-Caceres, 23-Alexis, 6-Romaric, 9-Perotti(46. dakika Zokora), 11-Renato, 16-Diego Capel, 24-Konko, 27-Luna, 10-Fabiano(46. dakika Dabo), 12-Kanoute(69. dakika Negredo)


Yedekler: 26-Jimenez, 8-Zokora, 14-Escude, 18-Negredo, 19-Cigarini, 20-Dabo, 30-Jose Carlos


Karşılaşmada konuk ekip Sevilla’da Konko mücadelenin 41. ve 45. dakikalarında gördüğü sarı kartlar dolayısı ile 45. dakikada kırmızı kart ile oyun dışında kalarak takımını 10 kişi bıraktı.


Bu sonucun ardından Barcelona ligdeki puanını 22′ye yükselterek ezeli rakibi Real Madrid’in ardından ikinci sırada yer aldı. Sevilla ekibi ise 14 puanda kalarak 6. sırada yer aldı. İspanya La Liga’nın 10. haftasında Barcelona deplasmanda Getafe ile karşı karşıya gelirken, Sevilla ise Mehmet Topal’ın formasını giydiği Valencia’yı konuk edecek.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Anaconda 2:Lanetli Orkide’nin Peşinde 30.10.2010 Kanaltürk

Bir grup bilim adamı farmakoloji devi şirketlerden birinin isteği üzerine Borneo ormanlarında yetiştiği düşünülen bir tür siyah orkideyi bulabilmek için yola çıkar.


Orkidenin insanlara gençlik aşıladığına ve ölümsüzlük getirdiğine inanan şirket, farkında olmadan araştırmacılarını bir dehşetin içine sürükler. Yağmur ormanlarının ortasında çiçeği arayan bilim adamları aradıklarını gerçekten bulurlar ama orkideyi kendilerinden önce keşfetmiş başka yaratıklar da vardır. Çiçeğin gücünden faydalanan anakondalar devasa yılanlara dönüşmüştür, artık olması gerekenden çok daha hızlı ve akıllıdırlar. Ormanda ölümsüzlük iksiri arayan ekip bir anda sadece hayatta kalabilme mücadelesinin içinde bulur kendini.

Yönetmen: DWIGHT H. LITTLE

Oyuncular: JOHNNY MESSNER, KADEE STRICKLAND, EUGENE BYRD, MATTHEW MARSDEN, NICHOLAS GONZALEZ, KARL YUNE

29 Ekim 2010 Cuma

Bir Kadın Bir Erkek dizisi sinema filmi olacak

demet_ile_emre_marka_oluyor.jpg (250×177)Oyuncu Demet Evgar, ‘Bir Kadın Bir Erkek’ dizisiyle ilgili müjdeli haber verdi.

5 Kasım’da vizyona girecek aksiyon komedi tarzındaki Vay Arkadaş filminde rol alan oyuncu Demet Evgar, katıldığı bir televizyon programında, ‘Bir Kadın Bir Erkek’in
filmini yapacaklarını açıkladı. Evgar, ‘Bir Kadın Bir Erkek’in iki sezon daha devam edeceğini ve filmin gelecek yıl çekileceğini söyledi.

TürkMax’te yayınlanan ‘Bir Kadın Bir Erkek’, Demet Evgar’ın canlandırdığı Zeynep karakteri ile Emre Karayel’in hayat verdiği Ozan karakteri arasında geçen diyalogları barındırıyor.

28 Ekim 2010 Perşembe

Nene Hatun Aziziye filmi izle 29.10.2010

İçlerinden bir vardır ki bölgenin kızı olması nedeni ile bu spora oldukça yatkındır ve ondan çok şey beklenmektedir. Suna okuldaki başarısı ve kişisel özellikleri ile de herkesin takdirini toplamaktadır, fakat tam bu sırada büyük bir talihsizlik yakasına yapışır, abisi ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır ve hayattaki her şey altüst olmuştur. Hocası bu problemin üstesinden gelmesi için Suna’ya NENE HATUN’u örnek gösterir. En umutsuz durumda bile mücadeleye daha azimli şekilde devam etmenin hayata tutunmak ve başarıya ulaşmak için en doğru yol olduğunu anlatır.

(93 Harbi Yılları… Çeperli Köyünde hasat mevsimidir.Nene Hatun’un altı yaşlarında bir oğlu vardır. Aynı zamanda ikinci çocuguna da hamiledir. Karnı burnunda gittiği harman yerinden kucağında bir kız çocuğu ile geri döner.

Kısa bir süre sonra kocası nalbant Ahmet Yahniler Muharebesinden gazi olarak döner, yarası henüz iyleşmektedir. Kayınpederi sıhhiye Osman Çavuş, hala evin direği durumundadır ve aynı zamanda çevre köyler dahil bölgenin diplomasız doktorudur. Dr. Salih Yarbay beraberinde bir grup askerle biraz dinlenmek üzere Çeperli Köyüne gelir. Osman Çavuş, Dr. Salih’i tanır, askerde yanında yetişmiştir. Mutlulukla sarılırlar. Dr. Salih, hastaneler yaralı dolu olduğundan Osman Çavuş’u birlikte çalışmak üzere Erzurum’a gitmeye razı eder.)

Gösterim tarihi: 29.10.2010
Yönetmen : Avni Kütükoğlu
Oyuncular : Açelya Elmas (Nene Hatun) , Barış Koçak (Nalbant Ahmet) , Mehmet Esen (Akif Paşa) , Betül Şahin (Zeynep) , Serdar Gökhan (Ahmet Muhtar Paşa)

Öyle Bir Geçer Zaman Ki 9. Bölüm izle 9 kasım

öyle bir geçer zaman ki 9. bölümüyle 9 kasımda kanal d ekranlarında olacak..

Unutulmaz dizisi 57. bölüm izle 3 kasım

Atv'nin sevilen dizisi unutulmaz 57. bölümüyle 3 kasımda atv ekranlarında izleyenleriyle buluşacak.

26 Ekim 2010 Salı

KAYSERİSPOR 1-0 BEŞİKTAŞ maçın görüntüleri özeti






KAYSERİSPOR: 1 - BEŞİKTAŞ: 0



STAT: Kadir Has

HAKEMLER: Kamil Abitoğlu, Baki Tuncay Akkın, Volkan Narinç



KAYSERİSPOR: Souleymanou, Hasan Ali, Amisulashvili, Serdar, Önder (Dk. 51 Hamza), Furkan, Santana (Dk. 78 Abdullah), Selim, Mehmet Eren, Moritz, Ömer (Dk. 75 Ali Bilgin)

TEKNİK DİREKTÖR: Şota Arveladze








BEŞİKTAŞ: Rüştü, İbrahim Üzülmez, İbrahim Toraman, Hilbert, Zapotocny, Necip, Ernst, Fink (Dk. 89 Holosko), Onur (Dk. 68 Guti), Nihat (Dk. 68 Fatih Tekke), Bobo

TEKNİK DİREKTÖR: Bernd Schuster



GOL: Dk. 90 1 Furkan (Kayserispor)

SARI KARTLAR: Dk. 42 Santana (Kayserispor) Dk. 64 Hilbert, Dk. 90 1 Guti (Beşiktaş)






İLK YARIDAN POZİSYONLAR

2. dakikada Selim'in kullandığı korner atışında kale direği önünde topla buluşan Önder'in yerden vuruşunda top yandan auta gitti.

17. dakikada sağ kanattan gelişen Beşiktaş atağında Ernst ceza sahasına orta yaptı. Bobo'dan önce araya giren Önder, ters vuruşla topu kornere gönderdi.

20. dakikada Mehmet Eren defansın arkasına sarkıttığı topu ceza sahasına ortaladı. Zamanında hareketlenerek kafa vuruşu yapmak isteyen Furkan'ın dokunamadığı top kaleci Rüştü'de kaldı.

25. dakikada ceza sahası dışından kaleyi yoklamak isteyen Nihat'ın kötü vuruşunda top yandan auta çıktı.

31. dakikada Serdar'ın sağ kanattan ceza sahasına yerden ortasında Furkan ve Santana topa dokunamayınca kale önünde oluşan karambolde araya giren Zapotocny tehlikeyi uzaklaştırdı.

33. dakikada Hasan Ali'nin sağ kanattan kullandığı uzun taç atışında defanstan seken topu Ömer kafayla kaleye göndermek istedi. Ömer'in zayıf kalan kafa vuruşunda top kaleci Rüştü'de kaldı.

34. dakikada Ernst'in pasında topla buluşan Nihat ceza sahası dışından kaleye vurdu. Nihat'ın yerden vuruşunda top kaleci Souleymanou'da kaldı.

40. dakikada Mehmet Eren sol kanattan korner direğine yakın noktadan ceza sahasına orta yaptı. Furkan'ın çok sert gelen ortaya, bomboş durumda kafayla yaptığı vuruşta top az farkla üstten auta gitti.

43. dakikada Nihat'ın kullandığı serbest vuruşta defansa çarpan top Souleymanou'da kaldı.






İKİNCİ YARIDAN POZİSYONLAR

56. dakikada Ömer'in sağ kanattan ceza sahasına ortasında, Moritz ceza sahası içinde topu düzeltmek isterken Beşiktaş savunması araya girerek tehlikeyi uzaklaştırdı.

58. dakikada Hasan Ali'nin pasıyla ceza sahasına giren Mehmet Eren'in ayağından fazla açtığı topu, kalesinden çıkan Rüştü kornere gönderdi.

59. dakikada Selim'in sol kanattan kullandığı korner atışında iyi yükselen Hamza'nın kafa vuruşunda top az farkla auta çıktı.

61. dakikada Nihat aşırtma vuruşla Bobo'yu ceza sahasında topla buluşturmak istedi. Bobo'dan önce davranan Souleymanou topa sahip oldu.

68. dakikada Mehmet Eren'in sağ kanattan ceza sahasına ortasında Ömer topa iyi vuramayınca takımını bir golden etti.

74. dakikada Moritz'in sağ kanattan kullandığı korner atışında iyi yükselen Amisulashvili'nin kafa vuruşunda top üst direkten döndü.

79. dakikada Guti'nin kullandığı korner atışında ceza sahası içinde Kayserispor savunması topu uzaklaştırmak istedi. Defansa çarpan topu önünde bulan Fatih Tekke'nin kafa vuruşu az farkla yandan auta gitti.

82. dakikada sağ kanatan topu taşıyan Mehmet Eren, geriye dönerek ceza sahası önünde topu Moritz ile buluşturdu. Moritz'in vuruşunda defansa çarpan top kornere çıktı.

84. dakikada İbrahim Üzülmez'in ortasında Guti, ceza sahasında topla buluşmak istedi. Guti'den önce araya giren Serdar topu uzaklaştırdı.

90 1. dakikada Hasan Ali'nin sol kanattan derinlemesine pasında ceza sahası içinde topla buluşan Furkan, topu filelere gönderdi: 1-0


25 Ekim 2010 Pazartesi

Fransa'nın giyim tarzı,fransada giyim kuşam moda

15. yüzyılda erkeklerin gardrobuna yeni bir giysi eklendi. Bu bol kollu, omuzları ve göğsü oturtulmuş, geri kalan bölümleri dökümlü, manto gibi bir giysiydi. Giyilen şapkalar türbana benziyor, yan tarafından uzun bir eşarp sarkıtılıyordu.


1480'lerde "yırtmaç" modası çıktı. İçine giyilen görülsün diye, ceketlerin kolları dirsekten bir yırtmaçla açılıyor, böylece o dönemde moda olan işlemeli gömlekler ortaya çıkıyordu. Kadın modasında pek fazla değişiklik olmadı. 15. yüzyılda en büyük değişim giderek çok acayip biçimler alan saç modellerinde görüldü. Avrupa'da kilise kulesi gibi taranmış saçlara bile rastlanıyordu.

Kabarık Yakalar ve Çemberli Jüponlar

Yırtmaç modası 16. yüzyılda iyice yaygınlaştı. Pabuçlarda bile yırtmaç görülmeye başlandı. Erkek ceketleri nerdeyse yastık gibi doldurularak kaskatı bir duruma getiriliyordu. Uzun çorap modası yerini, kabarık durması için içi doldurulmuş, kısa pantolonlara bırakmıştı. Bunlarla gene uzun çorap giyiliyordu.
Ayakkabılar artık sivri burunlu değil, parmakları rahat ettirecek biçimde, ördek gagası gibi genişti. Kraliçe I. Elizabeth döneminin en belirgin modası boynun çevresinde giderek genişleyen ve büyüyen yakalardı. 1850'lere gelindiğinde yakalar o denli büyümüştü ki, güzel durması için tel geçirerek kolalamak gerekiyordu.
Kadın giysileri, 16. yüzyılda İspanyol etekler moda oluncaya kadar pek değişmedi. Gitgide genişleyen tel çemberlerden oluşan bir jüpon üzerine geniş bir etek giyiliyordu. Daha sonra kadınlar, Fransız modası olan, belin iki yanına asılı yastık gibi kabarıklıkların üzerine etek giymeye başladılar. 16. yüzyılın sonunda düşük yakalar moda oldu. 1610'larda ise başın hemen arkasında, yelpaze gibi dik duran yakalar ortaya çıktı.

17. yüzyıl boyunca moda her zamanki gibi sürekli değişti. Genelde sadelik değil, işlemeler, volanlar, danteller, fiyonklar, kurdeleler aranıyordu. Erkeklerde 1670'lerden sonra yelek ve ceketler moda oldu. Her ikisi de dize kadar geliyordu ve yakasızdı. Ceketlerin kollan düzdü. Devrik kol kapaklan vardı. Kol kapaklan, içindeki ipek gömleğin görünmesi için iliklenmezdi.

1620'lerden sonra külot pantolon moda oldu. 1650-70 yılları arasında giyilen külot pantolonlar öyle boldu ki, neredeyse eteklik sanılırdı. Daha sonra daralan bu pantolonların paçaları diz altından bir düğme ya da toka ile iîiklenirdi. Çoraplar ipekli olduğu için soğuk havalarda birkaç çifti üst üste giymek gerekirdi.
17. yüzyılın ilk yarısında tüylü, geniş kenarlı bir şapkayla, geniş konçlu çizmeler erkek giyimi için nerdeyse zorunluyken, yüzyılın sonuna doğru kenarları kıvrık küçük şapkalar ve küt burunlu, tokalı ayakkabılar giyilmeye başlandı.
Kadın giysileri hâlâ uzun ve geniş etekliydi. Ne var ki, çemberli jüponlar artık giyilmiyordu. Omuzları dışarda bırakan ve kombinezon denen dantelli iç çamaşırlarını kenarından gösterecek dekoltelikte giysiler giyiliyordu. Yüzyılın sonuna doğru çemberli jüponlar yeniden moda oldu. Elbisenin üzerine önden açık bir kaftan giyilirdi. Daha sonra bu kaftanın etekleri toplanarak arkaya bir kuyruk eklemek moda oldu.

Yüzyılın başında küt burunları ve kocaman fiyonklarıyla erkek ve kadın ayakkabıları birbirine benziyordu. 1650'den sonra burunlar sivrildi ve topuklar yükseldi. Pek uzun boylu olmayan Fransız Kralı XIV. Louis, topuklu pabuçlar giyerek erkekler için bu modanın öncülüğünü yaptı.

Erkekler de, kadınlar da ellerini sıcak tutmak için manşon kullanırlardı. Yüzlerine boyalarla makyaj yaparlar, solgun görünmek için siyah benler yapıştınrlardı.

Saten Giysiler



* 1700'lerde Fransız giyim eşyası. Kadınlar ilk önce bir iç gömleği (1) giyer, onun üzerine balen li bir korse (2) takarlardı. Kalçanın iki yanına konan küçük yastıkçıklar bir jüponun (4) üzerine geçirilmiş çemberdeki yerlerine yerleştirilirdi. Bunun üzerine uzun bir jüpon (5) giyilirdi. Bu jüponun önünde bazen kapitone bir parça olur ve giysinin (9) önünden görünürdü. Giysi ile aynı kumaştan bir göğüslük (3) takılırdı. Kollar fırfırlı ya da pilili olurdu. Gene kenarı fırfırlı bir şapka , yüksek ökçeli ayakkabılar ve bir yelpaze (7) ile giyim tamamlanırdı. Erkekler de süslenmekte kadınlardan geri kalmazdı, iç çamaşırları (12) ketenden ya da pazenden olurdu. Bol kollu bir gömlek (10), uzun çorap, dize kadar pantolon (13) giyerlerdi. Desenli, uzun ve dar bir yeleğin (11) üzerine yakalı ve kol kapakları süslü bir ceket (17) alınırdı. Çaprazlama takılan geniş bir kuşak çarpıcı bir görünüm yaratırdı. Peruk (14) giyim kuşamın önemli bir parçasıydı. Üç köşeli şapka kadar eldiven, baston (15) ve uzun dilli ayakkabılar (16) da giyimin kusursuz olması için gerekliydi.

18. yüzyılın başında erkek giysileri pek değişikliğe uğramadı. Ceketler ve yelekler hâlâ uzundu. Altına çorap ve külot pantolon giyiliyordu. 1750'den sonra ceketlerin önü kısalmaya başladı. Öyle ki, sonunda arkada "kuyruktan başka bir şey kalmadı. Bele kadar olan ceket önden sımsıkı iîiklenirdi. Yüzyılın başında ceketlerin yakası yoktu, ama 1760' tan sonra yaka gitgide büyüyerek kulaklara kadar yükseldi.
Erkek takım giysilerinde kadife, ipekli ya da saten kullanılır, renkler siyahtan açık maviye, büyük bir çeşitlilik gösterirdi. Botlar ve eskiden kırsal kesimde giyilen tozluklar, yüzyılın sonunda moda oldu. Erkekler omzu yarım pelerinli bol pardösüler giyer, baston, manşon ve enfiye kutusu taşırlardı.
Giyimi tamamlayan peruktu. 1750'lere kadar yaşlı erkekler uzun lüleli peruklar takarlardı. 1730'larda genç erkekler, arkasında bir örgüsü olan daha derli toplu peruklar kullandılar. Bazen de saçlarını arkada siyah bir torba içinde toplarlardı. Erkek eğer peruk takmıyorsa, peruk gibi görünmesi için saçını pudralardı.
18. yüzyılda kadın giyimi oldukça hızlı değişti. 1730'larda etek boyu bileğe yükseldi. Genellikle önden açık olan eteğin içinden kapitone satenden bir jüpon görünürdü. Eteklerin kubbe gibi durması için çember kullanılırdı. 1740'ların, kalçalarda kabarık, ön ve arkada düz olan etek modası, kadınları dar yerlerden geçerken yan yan yürümek zorunda bırakıyordu. 1770'lerin modasına göre, koskocaman bir etek perde gibi iple toplanarak, üç yerinden sarkıtılırdı.
Kadın giysileri dekolteydi ve arkadan şeritlerle sıkılırdı. Açık kare yakalar modaydı. Elbise üzerine giyilen kaftanları çoğunlukla önü açık, kolsuz, arka parçaları ise zengin dokumlu olurdu. Yüzyılın sonunda kadınlar bu ağır giysilerden rahatsız olmaya başladılar. Hafif muslinden geniş kuşaklı giysiler yapılmaya başlandı. Ata binerken ya da geziye gidecekleri zaman erkekler gibi giyindiler.
Kadın ayakkabıları saten ya da brokardan yapılır, tokalar ve fiyonklarla süslenirdi.
Deniz merakı 18. yüzyılda başladı. Yazar Fanny Burney, Kral III. George'un ve çevresindekilerin fanilalar, korseler ve üzerinde "Tanrı Kralı Korusun" yazılı saç bantlarıyla nasıl denize girdiklerini anlatır.

Yenidünya


Amerika'daki kolonilerde giyilenler başlangıçta Avrupa'dakilerin kopyasıydı. Ne var ki, yeni yerleşim yerleri ve yeni maceralar arayan ilk öncüler daha sonra başlı başına bir moda yarattılar. Yerliler'den hayvan derilerini sepilemeyi öğrendiler. Deriler, pamuk gibi yumuşak oluncaya kadar geriliyor, ıslatılıyor ve hamur gibi yoğruluyordu. Yerliler, beyazlara ayrıca bu derilerden pantolon ve mokasen benzeri şeylerin nasıl yapılacağını da öğrettiler. Bunların hiçbiri Eskidünya'da bilinmiyordu. Böylece Amerika'nın koşullarından doğan yeni bir moda ortaya çıktı.
Erkekler avlanırken baştan geçme bol bir gömlek giyerlerdi. Bu gömlek önden bağcıklarla kavuşturulur, boyu dizlere kadar iner, üzerine bir pelerin alınırdı. Pelerin ve gömleğin dikişleri deri püsküllerle süslü olurdu. Bazen de kürk parçalan süs işini görürdü.
Bu giysiler rüzgâra ve yağmura karşı iyi bir koruyucu olan güderiden yapılırdı. Avlanma giysileri için geyik derisi de kullanılır; bunlardan nakışlı gömlekler yapılırdı.
Avcılar tilki, ayı, sincap derilerinden kasketler ve kepler giyer, keplerin arkasına bir tilki ya da kurt kuyruğu iliştirirlerdi.
Kadınların giydikleri erkeklerinki kadar süslü değildi. El dokuması kaba kumaştan giysiler giyerlerdi. Bazen kentlerden dantel, kurdele gibi şeyler gelirdi. Onü dantelli, bol etekli giysilerinin üzerine bir şal alır, kötü havalarda bunu başlarına örterlerdi. Dayanıklı ayakkabılar ya da mokasenler giyerlerdi. Yazın ise yalınayak gezmeyi yeğlerlerdi. Sadelikleri saç biçimlerinde de kendini gösterir, saçlarını ya örer ya da topuz yaparlardı. Takı, yelpaze, fiyonk türünden süs eşyaları kullanmazlardı.
Daha sonra 18. yüzyılda zenginler arasında dantelli gömlekler, kravatlar, desenli yelekler ve rengârenk çoraplar moda oldu. Güneyli kadınların sahip oldukları brokarların ve ipeklilerin değerine paha biçilmezdi. Erkeklerin giyimleri de kadınlannki kadar masraflıydı. George Washington, son derece ağır kadife ve ipek takımlar giyerdi. Benjamin Franklin ise parlak renkli giysilerden hoşlanırdı.

19. Yüzyıl

19. yüzyılın başlarında giyimlerine düşkün erkekler, daha önce pek gözde olan ipekli ve saten kumaşlardan vazgeçerek güzel dikilmiş ve iyi oturtulmuş giysilere önem vermeye başladılar. 1830'larda, tozluk ve ayak bileklerinin üzerinde dar pantolonlar giyiliyordu. Sonradan, bugün de giyilen, klasik pantolon ortaya çıktı.
Ceket renkleri mavi, yeşil ya da kahverengi iken, pantolonlar çok daha açık renk, hatta beyaz oluyordu. Yüzyılın ortalarına doğru siyah redingotlar giyilmeye başlandı. Oysa pantolonlar değişik renklerde ya da ekose olabiliyordu. Pantolon ve ceketin aynı kumaştan yapıldığı takım giysiler ancak 1860'tan sonra giyilmeye başlandı.


19. yüzyılın sonlarında erkekler yakalık ve kravat takmaya başladılar. Bu gelenek zamanımızda da sürüyor. Erkeklerin resmi çağrılarda giydikleri beyaz ceket ve beyaz papyon ya da siyah smokin ve siyah frakla siyah papyon 1900'den beri hemen hiç değişmedi.
Erkek modası zaman içinde gitgide daha az değişikliğe uğrarken, son 150 yıl içinde kadın modası her yıl yenilendi. 19. yüzyılın başında kadınlar pamuklu ya da muslinden, beli yukarıda, geceliği andırır giysiler giyiyorlardı. Sonraları altına,bir tanesi at kılından olmak üzere, dört beş kat jüpon giyilerek eteklerin kabarık durması sağlandı.
1830'larda bel eski yerine inerek, kollar omza doğru kabartıldı, bunun adı "koyun budu" modasıydı. 1850'lerde jüpon giyilmesini gerektirmeyen telden bir kafes kullanıldı. Giysilerin kolları dar ve uzun, yakalan dikti. Kraliçe Victoria döneminin sona ermesiyle, sade, ayak bileğine kadar inen etekler giyilmeye başlandı. Koyun budu kollar geri geldi.
Mantolar, şallar, pelerinler çok çeşitlilik gösteriyordu. Büyük eteklerin üzerine manto giymek rahat olmadığından geniş şallar ve pelerinler kullanılırdı. Günümüz etek ceketin ya da tayyörün ilk biçimi 1860'larda ortaya çıkan "yürüyüş giysisi"ydi. ABD'de ve Avrupa'da kadın hakları mücadelesinin yükseldiği bu yıllarda, kadın giysilerinin daha rahat olması yolunda kampanyalar yürütüldü. Kadınlar spor yapmaya başladıktan sonra tenis ve bisiklet için özel giysiler giymeye başladılar. Mayolar, düğmeli bir bluz ve külot pantolondan oluşuyordu. Bazı cesur kadınlar kısa, şalvar türü şortlarla bisiklete binmeye başladı.
19. yüzyılın muslin elbiseleri ile sivri burunlu, topuksuz, ipekli kumaştan ayakkabılar giyilirdi. 1870'lerde kadifeden, düğmeli ve topuklu botlar moda oldu. Kadınlar 1820'lerde belden kuşaklı bol paçalı pantolonlar giymeye başladılar. Bundan 40 yıl sonra golf pantolon moda oldu.

Sanayinin ülke ekonomisine katkısı

Özellikle, son günlerde Rusya ile Türkiye arasında 'ilaç kalıntılı domates' dolayısıyla patlak veren ve halk sağlığını ilgilendiren, gıdada bilişim teknolojisinin kullanılması gittikçe önem kazanıyor. İşte tam da bu konuların ele alındığı, 'Gıda Sektörüne Bilişim Desteği Paneli ' The Marmara Oteli 'nde gerçekleştirildi.

Elsys "in ev sahipliğinde gerçeklen etkinlikte, gıda sektörünün tarladan tüketiciye uzanan çok katmanlı, karmaşık iş süreçlerinin nasıl daha kolay yönetilebileceğine ilişkin ipuçlarının sunuldu.

Toplantının açılışında bir konuşma yapan İstanbul Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof . Dr. Dilek Boyacıoğlu , gıdadan bahsederken; gıdaların besleyici olmalarının yanı sıra güvenli, lezzetli, dayanıklı ve ekonomik olmalarının taşıdığı öneme dikkati çekti.

Gıda sanayinin, dünyaya paralel olarak çok ciddi bir gelişme süreci yaşadığını belirten Boyacıoğlu , eskiden petrol için savaşlar yaşanırken bugün aynı kavganın gıdada yaşandığını söyledi.

Gıda sektörünün, istihdama % 2, imalat sektörlerine % 5 ve GSMH 'ye % 8 katkı sağladığını anlatan Boyacıoğlu , tarımsal ürünlerden maksimum düzeyde yararlanmak gerektiğini söyledi.

Yunan Feta peynirinin tüm Amerika 'da tanındığına dikkati çeken Boyacıoğlu , ondan çok daha kaliteli olduğunu söylediği bir Ezine peynirinin ise bilinmediğini söyledi.

Gıda sanayinin çevreye duyarlı olması gerektiğini belirten Prof. Boyacıoğlu , Türkiye 'de, tarım sektörü ile gıda sektörünün 'kayıt dışı' durum dolayısıyla istenildiği gibi koordineli çalışmadığını ifade etti. Daha ucuz ve kontrolsüz üretimin gıda piyasasını önemli ölçüde etkilediğine dikkati çeken Boyacıoğlu , markalaşma ile ülke ekonomisine daha büyük katkıların gerçekleştirilebileceğini söyledi.

Gıdada en önemli sorunların KOBİ 'lerde görüldüğüne dikkati çeken Boyacıoğlu , bilimsel ve ürün odaklı çalışılarak bazı sorunların aşılabildiğini sözlerine ekledi.

Prof. Dr. Dilek Boyacıoğlu 'ndan sonra konuşan SAP Çözüm Mühendisi Musa Zorbozan, SAP 'nin kurumsal iş uygulamaları alanında yazılımlar üreten öncü kuruluşlardan biri olduğunu söyledi.

Gıdanın, SAP 'nin sektörel çözümler sunduğu alanlardan biri olduğunu belirten Zorbozan, Türkiye 'de gıda sektöründe iş yapan şirketlere kar sağlayacak bir yapı sunmaya çalıştıklarını söyledi.

Aralarında; Nestle , Ülker , Danone , Yaşar , Kraft , Saray, Kent, Mey gibi sektörün önde gelen şirketlerine çözümler sunduklarını anlatan Zorbozan, bilişim teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak daha çok sayıda kuruluşun bu hizmetlerden yararlanmak için kendilerine başvurduğunu söyledi.

Ciddi satış ve dağıtım bayi ağı olan şirketlerin, son yıllarda mobil satış takip sistemlerinin kullanımına ağırlık verdiklerine işaret eden Zorbozan, bu sayede şirketlerin, gün sonunu beklemeden satış gelişmelerini anlık olarak izleyebildiklerini açıkladı.

Turk.internet .com'un, son günlerde tarımda yeterli denetleme olmaması dolayısıyla yaşanan gelişmeler konusundaki sorusu üzerine İstanbul Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof . Dr. Dilek Boyacıoğlu şunları söyledi; "Gıda güvenliği, tarladan çatala kadar bir çerçevede düşünülmesi gereken bir konu. Tarımsal alanda kullanılan ilaçlar, hormonlar ve gübrelerin iyi tarım uygulamaları denilen tekniklerle yapılmaları gerekiyor. Uygulanan ilaç miktarı, uygulandığı süre gibi bazı değerlerin takip edilmesi gerekiyor. Belli bir hassasiyetin sağlanması lazım. Bu konuda Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 'nın bir açıklama yapması gerekiyor. Raporları görmemiz lazım. Tarım işletmelerine dönmemiz gerektiğini düşünüyorum."

Boyacıoğlu , "Çernobil sonrasında yaşananlara benzer görüntüler olası mı?" sorumuza ise; "Hatırlayacağınız gibi İngiltere "de "deli dana" hastalığının görüldüğü günlerde ilgili bakan torununu da yanına alarak bir lokantada kameraların karşısında afiyetle et yemeği yemişti. Yani, politikacılar dünyanın her yerinde aynı!" şeklinde karşılık verdi.

Etkinliğe, gıda maddelerinin üretiminden tüketimine kadar her aşamada kendini koruyabilmesi için zorunlu olan soğuk zincir yönetiminden, ürünün son kullanıcıya ulaştırılmasına kadar olan tüm iş süreçlerine özel teknolojiler konusundaki vizyonunu geliştirmek isteyen çok sayıda profesyonel katıldı

Kıtaların paralel ve meridyenlerin dereceleri

Afrika kuzey-güney doğrultusunda Tunus'taki Beyaz Burun (37° 22' 20 K Paraleli) ile Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki Ahulhas Burnu (34° 50'28 G Paraleli) arasında 8 025 km boyunda, doğu batı doğrultusunda ise; Somali'deki Ras Hafun Burnu (51° 25' 27 D Meridyeni) ile Senegal'deki Yeşil Burun (17° 31' 17 B Meridyeni) arasında 7 416 km genişliğindedir.

Asya, kuzey-güney doğrultusunda 8 490 km genişliğindedir. Kıtanın en kuzeyinde, Rusya'da Çelyuskin Burnu (77° 42' 55 K paraleli) yer alırken, en güneyinde, Malakka Yarımadasında ki Buru Burnu (1° 14' 17 K paraleli) bulunur. Adaları esas aldığımız taktirde, Severneya Zemlya adası (81° 16' 23 K paraleli) ile Endonezya'ya bağlı Rudi Adaları (11° 00' 19 G paraleli) arasında 10 245 km'dir.

Kıta doğu batı doğrultusunda; Türkiye'nin de en batı ucu olan Gökçeada'nın Avlaka Burnu (25° 38' 59 D meridyeni) ile Çukçi Yarımadasında Dejnev Burnu (169° 40' 17 D meridyeni) arasında 8 200 km'dir.

Avrupa, yaklaşık olarak harita üzerinde 35 ile 70 kuzey paralel daireleri ile 10 ile 60 doğu meridyenlerinin çerçevelediği bir üçgene benzer. Kıtada 0-4 saat dilimleri yer alır. Avrupa'nın uç noktaları ise; kuzeyde Kuzey burnu (71° 10' kuzey enlemi), güneyde Mora'nın Matapan burnu (36° 23' kuzey enlemi), Batıda Rocca (Portekiz) burnu (9° 29' batı boylamı), doğuda Ural dağları (60° doğu boylama)'dır. Rocca burnu ile Ural dağları arasındaki uzunluk 5500 km, Kuzey burnu ile Matapan burnu arasındaki genişlik 3800 km'dir.

Avustralya
27 00 Güney enlemi, 133 00 Doğu boylamı

Seks sırasında erkekler neler düşünürler?

Erkekler seks öncesinde birçok şey düşünür. Genel olarak düşünceleri gecenin sonunu sekse nasıl getirebilecekleri, ne yerseler performanslarının artacağı ve partnerlerini nasıl etkileyebilecekleri yönündedir.

Seks esnasında erkeklerin karmaşık beyni yaşadıkları her şeyi doyasıya hissetme isteğine saplanır. Ancak zihinlerinin diğer yarısı ve bilinçaltları onlara gerçekliği hatırlatan bir mekanizma şeklinde çalışır.

Çoğu erkek eşlerinin mutlu olmasının orgazm sayesinde olduğunu düşünür. Ancak bu doğru değildir. Kadınlar birlikte geçirilen zamanın kalitesine önem verir. Eşlerinin onları öpüşü ve dokunuşu çoğu zaman gecenin sonundan daha önemli ve etkilidir.

Erkekler seks sırasında zamanı nasıl uzatacaklarını düşünür durur. Bir taraftan orgazm olma isteği taşırlarken diğer taraftan da mümkün olduğu kadar ertelemek isterler çünkü bu eğlencenin sonu demektir. Sınırlarda gezinmek ve o eşikte kalmaya çalışmanın hem onları hem de eşlerini daha mutlu ettiğini düşünürler. Erken boşalma söz konusu olmadığı durumlarda kadınlar süreye erkekler kadar takılmazlar. Onlar için seks esnasında özel hissetmek ve ona söylediğiniz güzel sözcükler çok daha önemlidir.

Erkekler boşalmayı geciktirmek için türlü oyunlara ve düşüncelere başvururlar. Erkeklerin ilişki sırasında garip yüz ifadesi takınmalarının nedeni boşalmayı geciktirmek için akıllarına getirdiklerinden başka bir şey değildir. Milliyet'in haberine göre, kadınlara göre daha görsel bir beyne sahip olan erkekler bu amaç uğruna matematik denklemlerini çözmeye çalışabilir, evcil hayvanlarını düşünebilir ve daha birçok yöntem kullanabilirler. Yüzündeki garip ifade sorulduğunda ise gerçeği söyleyemedikleri için bir anlığına donup kalırlar. Ancak bu düşünce şekli tamamen süreyi uzatmak maksatlı olduğundan çoğu kadın farkında olmasına rağmen görmezden gelir.

24 Ekim 2010 Pazar

Calvin Klein Jeans'in yeni reklam kampanyası seksi resimler

Reklamda, süpermodel Lara Stone bir grup erkeğin saldırısına uğruyor. Avustralya reklam denetleme bürosu, kampanyayı ‘ vahşi’ bularak yayından kaldırılmasını istedi.

23 Ekim 2010 Cumartesi

Okyanusal levha nedir?


Tektonik en geniş anlamıylalitosferin yapısını ve bu yapıyı doğuran evrimi araştıran

Yerkabuğu, taşküre veya litosfer, yerkürenin en dış kısmında bulunan yapıdır.

Karalarda daha kalın (35-40 km), Tibet Platosunda ise 70 km, deniz ve okyanus tabanlarında ise daha ince (8-12 km) olan yer kabuğunun ortalama kalınlığı 33 kilometre kadardır. Kimyasal bileşimi ve yoğunluğu birbirinden farklı iki kısımdan meydana gelir. Bunlardan biri granit bileşimindeki kayaçlardan oluşan granitik yerkabuğu; diğeri ise bazalt bileşimindeki kayaçlardan oluşan bazaltik yerkabuğudur.
...Detaylı bilgi için linke tıklayınız.
jeoloji koludur.

Tektonik (Yunanca: tektondan), Yapısal Jeoloji ile yakından ilgili fakat onunla aynı olmayan bir jeoloji disiplinidir. Yapısal Jeoloji kayaçların geometrisi ile uğraşır, oysa Tektonik, yeryuvarının büyük ölçekli yapıları ve bunları oluşturan kuvvetler ve hareketler üzerinde durur.

Yerküre’nin üst katmanları, bir bütün halinde olmayıp, sürekli hareket halinde olan levhalardan oluşuyor. Manto'daki ısı akımlarının neden olduğu bu hareketler sırasında levhalar birbirinden uzaklaşır, birbirlerine çarpar veya birbirlerini sıyırırlar. Bu hareketlilik sonucunda, levha sınırlarında, uzun zaman dilimleri ile baktığımızda yeni okyanuslar, yeni kıtalar, sıradağlar ve yanardağlar oluşur. Depremler ve volkanik aktivitelerin nedeni de tüm bu hareketliliktir ve levha sınırlarında oluşmalarına şaşmamak gerekir.

Levha hareketleri yerkürenin oluşumundan beri sürmektedir. Süperkıta Pangea'nın, bundan 225 milyon yıl önce parçalanmaya başladığı ve bu hareketliliğin sonucunda kıtaların günümüzdeki şekli aldığı düşünülüyor.

Günümüzde Litosfer'de 1 ila 15 cm/yıl arasında hızlarla hareket halinde bulunan 7 ana ve birçok küçük levha vardır. Bunların hareketleri çok karmaşıktır ve bu hareketlerin niteliğinin tam olarak saptanması, depremlerin zamanının önceden kestirilmesi için gereklidir.

Levhaların birbirleriyle etkileşimleri bakımından levha hareketlerini 3 ana başlıkta toplayabiliriz. Uzaklaşma-ayrılma; yakınlaşma-çarpışma; yanal yer değiştirme-sıyırma. Bu hareket türleri, aynı zamanda bu sınırlarda oluşan depremlerin ve volkanik faaliyetlerin niteliklerini de belirler.
Uzaklaşan - Ayrılan Levhalar
Birbirinden uzaklaşan levhalar, aralarına astenosferden gelen eriyik kayaçların sızdığı yarıklar oluşturur. Bu eriyik yüzeye çıktıkça katılaşır ve yerkabuğuna eklenir. Astenosfer’den gelen eriyik kuvvet uygulamaya ve böylece levhalar birbirinden ayrılmaya devam eder. Bu ayrılma genelde daha ince olan okyanus tabanında görülür ve Atlas Okyanusu ortasındaki sırt buna çok iyi bir örnektir. Bu ayrılma kıtada meydana gelirse yeni bir okyanus tabanı oluşuyor demektir. Doğu Afrika’daki ayrılma henüz bir deniz oluşması için yeterli değilse de, gidiş o yöndedir. Bu tür ayrılmalar, Astenosfer’den gelen eriyiğin katılaşarak Litosfer’e dönüşmesine ve levhaların büyümesine neden olur.
Uzaklaşan levhalar arasında Litosfer çok ince olduğu için, buralarda büyük depremlere yol açacak enerji birikimleri olmaz. Buradaki depremlerin odakları çoğu zaman yüzeye yakındır.
Yakınlaşan - Çarpışan Levhalar
Levhaların birbirine yaklaşması ve çarpışması ise üç değişik şekilde olabilir:
# Okyanusal ve kıtasal levha karşılaşmalarında, daha yoğun olan okyanusal levha (yoğunluğu 2.8 - 3.0 gr/cm3), kıtasal levhanın (yoğunluğu 2.7 gr/cm3) altına dalar. Alta dalan kısım derinlere indiğinde ergimeye başlar ve bu magmanın bir kısmı, kıta tarafında yanardağ kümelerinin oluşumuna neden olur. Güney Amerika Levhası’nın altına dalan Nazca Levhası’nın yol açtığı And Dağları buna bir örnektir.
# İki okyanusal levhanın karşılaşmasında da, yine bir levha diğerinin altına dalar. Yukarıdakine benzer şekilde yüzeye çıkan magma okyanus tabanında yanardağlar oluşturmaya başlar. Eğer bu aktivite devam ederse, yanardağ okyanus yüzeyini aşabilecek yüksekliğe erişir ve adalar oluşur. Filipinler’deki birçok volkanik ada bu şekilde oluşmuştur.
# İki kıtasal levhanın karşılaşmasında ise, genellikle levhalardan hiçbiri diğerinin altına dalmaz. Levhaların arada sıkışan bölümleri yeni dağlar oluşturur. Himalayalar’ın halen süren oluşumu buna iyi bir örnektir.
Yakınlaşan ve çarpışan levhaların sınırlarında oluşan depremler çok değişik derinliklerde ve büyüklüklerde olabilir. Özellikle bir levhanın diğerinin altına daldığı bölgelerde odakları derinlerde büyük depremler oluşur.
Yanal Yer Değiştirme - Sıyırma
İki levhanın birbirini sıyırarak yer değiştirmesi sırasında Litosfer’de artma veya azalma olmaz. İki levha arasındaki sürtünme çok fazla olduğu için harekete belli bir süre direnç gösterirler. Bu bölgede artan gerilim periyodik büyük depremler ile çözülür. Kuzey Anadolu fay hattı ve Kaliforniya’daki San Andreas fay hattında bu tip levha hareketi gözlenir.
Bu tip levha hareketlerinde oluşan depremlerin odakları çoğunlukla yüzeye yakın veya orta derinliktedir. Sürtünme ve kırılma uzunca bir hat boyunca oluşabileceği için büyük depremler meydana gelebilir.
Sıcak Noktalar
Depremlerin ve volkanik aktivitenin büyük bir kısmı levha sınırları çevresinde oluşur. Ancak volkanik kökenli olan Hawaii ve çevresindeki adalar örneğinde olduğu gibi levha sınırlarına çok uzak volkanik oluşumlar da vardır. Bunlar mantoda sıcaklığı çok yüksek olan ve bu nedenle sıcak nokta adı verilen küçük bölgelerden yerkabuğu dışına kadar yükselen magma etkisiyle oluşur. Levhalar hareketli ama sıcak noktalar sabit olduğu için sıra sıra yanardağlar veya yanardağ adaları ortaya çıkar.
Dış Bağlantılar
# http://erzurum.meteor.gov.tr/meteor/deprem/levha_hareket.htm Levha Hareketleri
# http://www.eng.ankara.edu.tr/geological_eng/tektonik/tektonik.htm Tektonik

Bu makale, online kullanıcı topluluğu tarafından oluşturulan ve düzenlenen özgür ansiklopedi projesi Wikipedia'nın Türkçe versiyonu Vikipedi'deki Levha hareketleri maddesinden kopyalanmıştır. Bu makale, GNU Özgür Belgeleme Lisansı ilkeleri kapsamında özgürce kullanılabilir.


Türkiye'nin İlk Mizah Kütüphanesi nerededir?

Türkiye’nin ilk karikatür atölyesi ve kütüphanesi Kadıköy’de açıldı. Kütüphanede karikatür sanatıyla ilgili yerli ve yabancı yüzlerce arşivlik çalışma bulunuyor.

Atölye bölümünde ise karikatür sanatıyla ilgilenenler bir araya gelerek çizimler yapıyor. Karikatürist Kamil Yavuz’un kendi imkanlarıyla kurduğu “Karikatür Atölyesi ve Cemal Nadir Güler Karikatür Kütüphanesi”, mizaha ilgi duyan herkesi bir araya getirmeyi amaçlıyor. Türkiye’nin ilk karikatüristi Cemal Nadir Güler’e adanan atölyede, mizaha ilgi duyan gençler ile çeşitli dergi ve gazetelerde eserleri yayınlanan ustalar buluşuyor. Cemal Nadir Güler Karikatür Kütüphanesi’nde, yakın tarihimizde çıkan tüm mizah dergilerinin ciltlerini bulmak mümkün.

Gırgır, Fırt, Avni, Akbaba’nın yanı sıra Osmanlıca yayınlanan Cem Dergisi’nin de bulunduğu kütüphanede 1902-2006 tarihleri arasında Türkiye’de yayınlanan haftalık mizah dergileri ile Belçika, İran, Japonya, Uruguay, Sırbistan, Çin ve Macaristan’da yayınlanan mizah dergilerinden çok sayıda örnek bulunuyor.

Atölyede mizah ve karikatür sanatı üzerine, söyleşi ve toplantılarla, 3 boyutlu karikatür gösterileri de yapılacak. Atölye ve kütüphaneyi hizmete açan Kamil Yavuz, insanları çizgilerle düşünmeye yöneltmenin çok önemli olduğunu söyleyerek, “Burada karikatürün bir sanat dalı olduğunu ve yaşamın her anında karşımıza çıktığını kanıtlıyoruz. Kütüphanemize 100’ün üzerinde mizah eseri bağışlayanlara Amcabey Heykelciği vereceğiz.” dedi.

Aşk Hikayesi - Love Story - Film İnceleme

Gelmiş geçmiş en trajik aşk öykülerinden biri olan Love Story/Aşk Hikayesi, fakir bir genç olan Jenny (Ali MacGraw) ile Boston’lu zengin bir avukat olan Oliver’in trajik aşk hikayesini anlatıyor. Oliver’ın babasının karşı çıkması bile bu aşkın önüne geçemez ve çift evlenir. New York’ta bir işte çalışmaya başlayan Oliver ve Jenny için her şey bir süre harika görünse de bir süre sonra Jenny’nin ölümcül hastalığı, Oliver’ın Jenny’siz bir gelecekle yüzleşmesi gerektiğini anlatır. En iyi yönetmen, en iyi aktör, en iyi aktris, en iyi senaryo gibi birçok dalda Oscar ödüllü olan bir aşk hikayesi

Yönetmen: Arthur Hiller

Oyuncular
Ali MacGraw ... Jennifer Cavalleri
Ryan O'Neal ... Oliver Barrett IV
John Marley ... Phil Cavalleri
Ray Milland ... Oliver Barrett III
Russell Nype ... Dean Thompson
Katharine Balfour ... Mrs. Barrett
Sydney Walker ... Dr. Shapely
Robert Modica ... Dr. Addison
Walker Daniels ... Ray Stratton
Tommy Lee Jones ... Hank Simpson

Yapımcı: Howard G. Minsky
Görüntü Yönetmeni: Dick Kratina
Senaryo: Erich Segal
Müzik: Francis Lai
Tür: Drama, Romantik
Süre: 99 dak.

Ödüller:
En İyi Orjinal Müzik Oscar Ödülü 1971
En İyi Film Oscar Ödülü Adaylığı 1971
En İyi Yönetmen Oscar Ödülü Adaylığı 1971, En İyi Film Altın Küre Ödülü 1971
En İyi Kadın Altın Küre Ödülü 1971
En İyi Orjinal Müzik Altın Küre Ödülü 1971
En İyi Seneryo Altın Küre Ödülü 1971

Aşk Fimlerine karşı biraz mesafeliyim.Bir çoğunun klişe olmaktan öteye gidemediği düşüncem önyargı haline gelmeye başladı.

Hatta öyle ki sinema tarihinin en çok meşhur aşk filmlerinden biri olan "Love Story" yi henüz yeni seyrettim.O da tesadüfi oldu.

Filmin başrolünde karşımıza daha sonra büyük usta Stanley Kübrickin unutulmaz filmlerinden Barry Lyndon da oyunculuğunu kanıtlayacak olan Ryan O'Neal dikkat çekiyor.

Bu filmin herhalde müziğini duymayan yoktur.Müziği filmi de aşmış aslında.

Film basit bir aşk hikayesi.Yeşilçamında çok beslendiği farklı sosyal statülerdeki insanların (zengin-fakir)birbirine olan aşkı.Yalnız film farklı sosyal statülerdeki insanların aşklarının yarattığı sorunlar ya da aşkın sosyal statü engelini aşıp aşamayacağı sorusu üzerinde çok fazla durmuyor.Hatta Oliver'in babasıyla olan çatışması daha ön planda bana kalırsa.Oliver babasının kuralcı despot yapısından sıkılmış kendi kararlarını kendi vermek isteyen kendi hayatını yaşamak isteyen bir karakter.

Babasının karşı çıkmasına rağmen evlenmeleri daha sonra Jenny'in hastalığı nedeniyle maddi bakımdan Oliver'in babasına muhtaç olması belki tek başına aşkın yetmediğini aklımıza getirse de akibetinde paranında yetmediğini görüyoruz.

En acıklı filmlerden biri olarak görülen Aşk hikayesi açıkçası beni pek.etkilemedi.Filmin eski bir film olduğunu ve o günden bu güne benzer konuda sayısız filmi izlediğimizi düşünürsek bunun bir sebebi de bu olabilir. Diğer yandan herkesin salya sümük ağladığı "Babam ve oğlum" filminden de fazla etkilenmeyen biri olarak duygusallık anlayışımın bir çoklarından farklı bir yerde olduğunu itiraf etmem gerekiyor.

Bunun dışında filmde aşkın o masum yanını özellikle -ilk bölüm için- çok fazla bulduğumu söylemem.Aşık olunanın kolay bir şekilde elde edilmesi benim için bu tür filmlerde olumsuz..

Olayların hızlı gelişmesi de bir başka olumsuz tarafı.Bir de bir aşk filminde şiirselliğin ahengin önemli olduğunu düşünüyorum.Kelimeler dans etmeli.
Argo olarak nitelendirilebilecek sözlerin bir aşk filminde gereksiz yere serpiştirilmesi de benim için bir başka olumsuz tarafıydı filmin....

Belkide benim açımdan filmin en iyi, en akılda kalan, bölümüyle, Sadakat yeminiyle bitirelim.


Jenny:

ikimizin ruhu saglam olarak
ayaklandiginda
yuz yuze, sessizce, giderek yakinlasacagiz
ta ki uzayan kanatlarimiz bir noktada atesle temas edene dek,
dunya, bize aci verecek ne gibi bir kotuluk yapabilir
bakalim, bu kotulukleri gorecek kadar burada kalacak miyiz?
dusun! birlikte yukselirken, melekler uzerimize gelecekler
ve bize kusursuz sarkilarin altin namelerini sunacaklar
derin ve anlamli sessizligimize
biz dunyada kalalim sevgilim,
insanligin haksiz tavirlari eriyip gitsin
ve saf ruhlar bir kenara ayrilip
sevgiye bir yer ayirip gunlerimizi gecirelim
karanlik ve olum saati gelip catana kadar.''

Oliver:
sana elimi veriyorum
sana, paradan daha degerli olan sevgimi veriyorum
sana kilise ya da yasalar onunde kendimi veriyorum
sen de bana kendini verir misin? benimle bu yolculuga cikar misin?yasadigimiz surece birbirimize bagli kalabilir miyiz?''
ben, oliver barrett, seni, jennifer cavilleri'yi,
bugunden itibaren karim olarak aliyorum...
...ve olum bizi ayirana kadar sevecegime söz veriyorum

OnuR

Yazıyı kullanmak isterseniz kaynak belirtiniz..

Divânü Lügati't-Türk - Kaşgârlı Mahmut eserin amacı

Divânü Lügati't-Türk, Kaşgârlı Mahmut tarafından 25 Ocak 1072'de yazmaya başlanmış ve 10 Şubat 1074'te bitirilmiştir. Abbasî Halifesi El-Kaim döneminde yazılmış, Halife Muktadi Bi'llah'a sunulmuştur. Bu kitap Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin de Arapça kadar önemli bir dil olduğunu kanıtlamak amacı ile yazılmıştır.Türkçe'nin neden öğrenilmesi gerektiğini şöyle anlatır:

"Ant içerek söylüyorum, ben Buhara'nın, sözüne güvenilir imamlarından birinden ve başkaca Nişaburlu bir imamdan işittim. İkisi de senetleri ile bildiriyorlar ki, Yalvacımız (Peygamber), kıyamet belgelerine, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada Türk dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır buyurmuştu. Bu söz (hadis) doğru ise sorguları kendilerinin üzerine olsun Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur. Bu doğru değil ise akıl bunu emreder. Tanrı devlet güneşini Türk burçlarını yükseltmiş ve onların mülkleri üzerinde felekleri döndürmüştür. Tanrı onlara Türk adını vermiş ve yeryüzüne ilbay kılmış, hakanları onlardan çıkartmıştır. Dünya uluslarının yularların onlar eline vermiş, herkese üstün kılmıştır. Onlarla birlikte çalışanları aziz kılmış ve Türkler onları her dileklerini ulaştırmış, kötülerin şerrinden korumuştur. Onlara hedef olmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, onların yolunu tutmak, derdini dinletebilmek gönüllerini alabilmek için dilleriyle konuşmaktır."

Türk adı altında da şu bilgileri verir:

"Bir ad olarak Türk adını Tanrı vermiştir, dedik. Çünkü bize Kaşgarlı Halefoğlu Şeyh Hüseyin ona da İbn ül-Gurkî denilen kimse İbn üd-Dünya demekle tanılan Şeyh Ebû Bekr il-Müfid ül-Cürcanî'nin Ahır zaman üzerine yazmış olduğu kitabında Ulu Yalvac'a tanık varan bir hadis yazmıştır. Hadis şöyledir, ' Yüce Tanrı' -Benim bir ordum vardır. Ona Türk adını verdim. Onları Doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri o ulus üzerine musallat kılarım, diyor. İşte bu,Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü , Tanrı onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır. Onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerine yerleştirmiş ve onlara 'Kendi ordum demiştir. Bununla beraber Türkler güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, övünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeye değer sayısız iyiliklerle görülmektedirler."

Divân'ın ilk önce Kilisli Rıfat, daha sonra Konyalı Atıf Bey ve Besim Atalay tarafından Türkçe çevirileri ve Türk bilim adamları tarafından açıklamaları yapılmıştır.

Divân Batıda ilgi uyandırmış, 1928 yılında C. Brochkelmann Kaşgarlı üzerinde araştırmalar yapmıştır. Dankoff'un Divânü Lugât-it Türk çevirisi ile James Kelly'nin makaleleri de son çalışmalardır.

Kitabın metni Türkçe ve açıklamalar Arapçadır. Arapça gramer kuralları örnek olarak hazırlanmış ve her bölümde kelimeler Arap alfabesine göre sıralanmıştır. Türk dilinde onsekiz harf kullanıldığını, yazılışta yeri olmayan, ancak söylenirken kullanılan yedi harf ile duraklama harfinin de bunlara eklenmesi gerekir, demiştir.

11. Yüzyılda Kaşgârlı Mahmud'un Çizdiği Dünya Haritası

Mahmud Divân'da şöyle demektedir:
" Rum ülkesinden Maçine dek Türk illerinin hepsinin boyu beşbin ,eni sekizbin fersah eder. İyice bilinmek için bunların hepsi, yeryüzü biçiminde daire şeklinde gösterilmiştir."
Türklerin bulunduğu bölgeleri göstermek amacıyla çizilmiştir. Daire şeklinde olan haritanın çevresinde Doğu, Batı, Kuzey, Güney yönleri belirtilmiş, bazı deniz ve ırmaklar gösterilmiştir. Batıda işaret edilen yerler İtil boylarına, yani Kıpçakların ve Frenklerin oturdukları bölgelere kadar uzanır. Güney-Batıda Habeşistan'a , Güneyde Hint, Sint, Doğuda Çin ve Japonya'ya işaret edilmiştir. Ortada Yarkent, Kaşgar, Barsgan, Balasagun, Yifruç, İkiöküz, Asbuâli, Kumri, Talas v.s. gibi daha birçok Türk kentleri yer almıştır.

Asya'nın batısı, kuzeyi ve güneyi çizilmeden bırakılmış, bir plan olarak bile pekçok hatalarla dolu olmasına karşılık, Doğu bölgelerine ilişkin verdiği bilgiler gerçeğe uymaktadır. Haritasında Çin Seddi'ni göstermiş, bu seddin ayrıca yüksek dağların ve denizin Yecüc ve Mecüc'lerin dillerinin öğrenilmesini engellediğini bildirmiştir. Japonya'ya gelince; onu haritasının Doğusunda bir ada olarak göstermiş ve denizin onların dillerini öğrenilmesine olanak vermediğine işaret etmiştir.

Yukarda görüldüğü gibi, ilk Japon haritası bir Japon tarafından 14.yüzyılda çizilmiş, bir Dünya haritasında yer alması ise 15.yüzyılda olmuştur. Bütün bu bilgilerin ışığı altında, bir plan biçiminde olsa, yanlışlarla dolu da olsa ilk Japon haritasının 11.yüzyılda Kaşgârlı Mahmud tarafından çizilmiştir.

Kimyasal Atıkların çevreye Verdiği Zararlar nelerdir?



Kimyasal Atıkların Çevreye Verdiği Zararlar

Günlük hayatımızda çokça karşılaştığımız çevre sorunlarının birçoğu kullandığımız bazı kimyasal ürünlerden kaynaklanmaktadır. Zira bilim ve teknolojinin sadece faydacılık anlayışı ile gelişmesi ekolojik sistemi tahrib etmekte, çevreye de sürekli şekilde yeni kimyasal maddeler sağlamaktadır. Kimyasal maddelerin aşırı üretimi ve tüketimi sonucu bugün artık kimyasal bir kaos yaşanmaktadır. Üretimi yapılan kimyasal bileşik sayısının 65 milyonu bulduğunu biliyoruz. Pek çok kimyasal madde, tehlikesinden habersiz olarak evlerimize; iş yerimize, gıdalarımıza ve vücudumuza girmekte; çevreye ve canlılara etkileri araştırılmaksızın kötü etkilerini sürdürmektedir.


Endüstri ve kozmetik sanayiinde geniş çapta kullanılan florokarbon gazı, atmosferin koruyucu ozon tabakasını zayıflatmaktadır. Asbest liflerin uzun süre kullanımı çalışanlarda kanser oluşumuna neden olmuştur. Zararsız zannedilmiş olan analjezik ilaçların fazla kullanımı sonucu bu ilaçların böbrek yetmezliğine yol açtıkları görülmüştür. Geçmişte thalidomide adlı ilacın kullanılması kolsuz, bacaksız bebeklerin doğmasına neden olmuştur. Tarımda çok fazla tabiî ve sun’î gübre kullanımı zemin sularının kimyasal kirlenmesine neden olmaktadır.
Kısacası, çevremizde ne kadar çok kimyasal madde varsa sağlığımız o ölçüde tehlikeye girmektedir. Özellikle atık suların nehirlere, göllere ve denizlere boşaltılması çok dramatik çevre sorunlarına neden olmaktadır. Endüstriyel atık suların içerisinde bulundurdukları toksit maddeler, sudaki canlı yaşamının kısa sürede tükenmesine yol açmakta ve ekosistemi felç etmektedir. Ayrıca içme sularına karışmalarıyla önemli sağlık sorunlarına yol açar.
Sanayileşmiş ülkelerde yeryüzü kaynaklarının kontrolsüz harcanması sonucu ozon tabakasının tahribi, asit yağmurları, sera tesiri, hava, kara ve denizlerin kirlenmesine, ormanların ve tarım alanlarının azalması hayat alanını giderek daraltmaktadır.
Ozon tabakasının incelmesinin başlıca tehlikesi cilt kanserlerinin artmasıdır. Sera etkisinin temel nedeni ise petrol ve kömür gibi fosil yakıtların kullanımıdır. Bu durumunun zamanla oluşturabileceği muhtemel neticeler arasında atmosfer ısısının artması, buzulların erimesiyle deniz seviyelerinin yükselmesi, karaların azalması, kuraklık ve dolayısıyla gıda kıtlığı tehlikesi sayılabilir.
Ayrıca, inşaat materyali, sentetik malzemeler içeren mefruşat ve çeşitli tüketim ürünlerinin (boya kâlemleri, inceltiler, cila, vernik...) içerdikleri bileşikler ev içi havasını kirleterek sağlık açısından zararlar oluşturabilmektedir. Asbest ve kurşun içeren boyalar bilhassa sağlık açısından tehlikeli olmaktadır.

Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi Açıklaması ve tam türkçesi

EY TÜRK GENÇLİĞİ! :Atatürk Türk Gençliğine yüksek, içten bir edayla sesleniyor. Atatürk Türk gençlerine ‘Türk’ ifadesiyle seslenerek, gençlere kimliklerini, mensup oldukları ulusun kökenini, tarihini, kültürünü hatırlatıyor.


BİRİNCİ GÖREVİN; TÜRK BAĞIMSIZLIĞINI, TÜRK CUMHURİYETİNİ, EBEDİYEN
KORUMAK VE SAVUNMAKTIR. : Atatürk Türk gençliğine seslenmeye devam ediyor. Atatürk Türk gençliğinin öncelikli görevinin Türk Milletinin bağımsızlığının Türk devletinin yönetim biçiminin korunulması ve savunulması olduğunu vurguluyor, hatırlatıyor. Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığı kaybedilirse ve yönetim biçimi değişirse geriye korunulması gereken bir mevzi doğal olarak kalmaz. Öyleyse Türk gençliğinin hayatlarındaki önem sırasına göre öncelikli ilk görevleri Atatürk’ün vurguladığı gibi bağımsızlığımızın iç ve dış düşmanlara karşı, Cumhuriyet rejiminin iç ve dış düşmanlara karşı korunulması ve savunulmasıdır.

VARLIĞININ VE GELECEĞİNİN BİRİCİK TEMELİ BUDUR. : Bu cümlede bundan önceki cümlede vurgulanan konu başka bir ifade ile tekrar hatırlatılıyor. Özgür ve bağımsız yaşayabilmemizin Türk kimliği ile bu topraklardan varlığımızı sürdürebilmemizin tek yolu Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığının savunulması ve yönetim biçiminin korunulması şartıdır.

BU TEMEL, SENİN, EN KIYMETLİ HAZİNENDİR. : Türk Milletinin var olabilmesinin temeli Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığının savunulması ve Devletimizin yönetim biçiminin korunulmasıdır. Türk kimliğiyle bu topraklarda özgür ve bağımsız olarak yaşayabilmemizin temeli Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bağımsızlığının savunulması ve yönetim biçiminin korunulmasıdır. Öyleyse en değerli hazinemiz bağımsızlığımız ve Cumhuriyet tarzı yönetim biçimimizdir. Bu hazineyi kaybedersek her şeyimizi onurumuzu, şerefimizi, hayatımızı da kaybederiz. Yakın coğrafyamıza baktığımız zaman Bosna’da, Çeçenistan’da, Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da yaşanılan emperyalist düşman işgalleri,
işgallerin işgal edilen ülkelerin halkları üzerinde ne gibi etkiler doğurduğunu yakinen görebiliriz. O ülkelerin halkları işgaller yüzünden onurlarını, şereflerini, hayatlarını kaybetmişlerdir.

GELECEKTE BİLE, SENİ, BU HAZİNEDEN, MAHRUM ETMEK İSTEYECEK, İÇ VE DIŞ DÜŞMANLARIN OLACAKTIR. : Bu cümlede yukarıdaki paragraflarda vurgulanan hazineden tekrar söz ediliyor. Gelecekte bile bu hazineden bizi mahrum etmek isteyecek iç ve dış düşmanların var olacağını hatırlatırken anlatılmak istenen şey Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinin 20 Ekim 1927’de Atatürk tarafından yazılmış olduğunu hatırlarsak o tarihte kurtuluş savaşı kazanılmış 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edilmiş 24 Temmuz 1923’de Lozan Barış anlaşması imzalanmış Türkiye cumhuriyetinin varlığı bağımsızlığı barış anlaşmasıyla düşman ülkeler tarafından tescil edilmiş yönetim biçimiz TBMM tarafından kabul edilip ilan edilmiş olmasına rağmen ileride bile yurt içinde ve yurt dışında Türkiye Cumhuriyetinin Bağımsızlığını ortadan kaldırmak yönetim biçimini değiştirmek isteyecek odakların, şahısların, devletlerin var olacağı hatırlatılıyor, vurgulanıyor.

BİR GÜN, BAĞIMSIZLIK VE CUMHURİYETİ SAVUNMAK ZORUNDA KALIRSAN, GÖREVE ATILMAK İÇİN, İÇİNDE BULUNACAĞIN DURUMUN OLANAKLARINI VE KOŞULLARINI DÜŞÜNMEYECEKSİN! : Atatürk bu cümlede Türk Gençliğine seslenmeye devam ediyor. Her koşulda her halde Türk Gençliğinin görevi Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığını savunmak, Türkiye Cumhuriyetinin Yönetim biçimini korumaktır. İleride bir gün Türk Gençliği bağımsızlığımızı ve yönetim biçimimizi korumak ve savunmak zorunda kalırsa göreve başlamak için Türk Gençliği, içinde bulunduğu ülke şartları ve kendi öznel koşullara bakmaksızın, düşünmeksizin, korkmadan göreve atılmalıdır. Açılamaya çalıştığımız cümlenin anlamı budur.

BU OLANAKLAR VE KOŞULLAR, HİÇ MÜSAİT OLMAYAN BİR DURUMDA KENDİNİ GÖSTEREBİLİR. : Bu cümle üstte açıklamaya çalıştığımız cümlenin devamı niteliğindedir. Yakın anlam bağları vardır. Türk Gençliği Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığı ve yönetim biçimine yönelebilecek tehditlerde yapması gereken şey mazeretlere sığınmadan içinde bulunulan koşullara ve imkânlara bakmaksızın bu koşul ve imkânlar çok sınırlı dahi olsa vatanı korumak ve rejimi savunmak için derhal harekete geçmesi gerekir. Atatürk Türk gençliğine bu konuyu bu cümlede önemle hatırlatıyor ve anlatıyor.

BAĞIMSIZLIK VE CUMHURİYETİNİ YIKMAK İSTEYECEK DÜŞMANLAR, DÜNYA TARİHİNDE BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ BİR GALİBİYETİN SAHİBİ OLABİLİRLER. : Bu cümlede Atatürk Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkmak isteyecek, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin rejimini kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmek isteyecek iç ve dış düşmanlardan söz ediyor. İç ve dış düşmanların dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde iş birliği yaparak hedeflerine ulaşabilecekleri, bu tehlikenin her zaman var olduğu hatırlatılıyor, anlatılıyor. Tekrar vurgulayalım, bu cümlede Kurtuluş Savaşı kazanılmasına rağmen Lozan anlaşması imzalanmasına rağmen cumhuriyet ilan edilmesine rağmen bir yeniden işgal tehlikesinin gelecekte de var olacağı önemle vurgulanıyor.

ZORLA VE ALDATICI DÜZENLERLE AZİZ VATANIN, BÜTÜN STRATEJİK SİYASİ KURUMLARI TESLİM ALINMIŞ, BÜTÜN STRATEJİK EKONOMİK İŞLETMELERİ ELE GEÇİRİLMİŞ, BÜTÜN ORDULARI TERHİS EDİLİP DAĞITILMIŞ VE YURDUN HER KÖŞESİ TAMAMEN İŞGAL EDİLMİŞ OLABİLİR. : Bu cümlede Atatürk Türkiye Cumhuriyetini işgal etmek isteyecek düşmanların hangi yöntemleri kullanacaklarını ayrıntısıyla anlatıyor.Düşman ülkelerin zor kullanarak, baskı kurarak, hileli yöntemler izleyerek hedeflerine ulaşabilecekleri hatırlatılıyor, anlatılıyor.Düşman ülkeler hedeflerine ulaşabilmek için önce stratejik siyasi kurumları teslim alacaklar, zapt edecekler daha sonra stratejik ekonomik kuruluşları ele geçirecekler yani düşman yabancı sermaye kamu iktisadi teşebbüslerimizi, önemli şirketlerimizi önemli ekonomik varlıklarımızı ele geçirecek -ki ekonomik bağımsızlığını kaybeden bir ülkenin varlığı,birliği ve güvenliği tehlikeye girer.- ve en sonunda bağımsızlığımızın güvencesi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin koruyucusu, kollayıcısı olan Türk Silahlı Kuvvetlerini terhis edip dağıtacaklar ve bu şekilde düşman ülkeler ve içerdeki hainler hedeflerine ulaşacaklardır, düşman ülkeler böyle bir yol izleyeceklerdir. Atatürk düşman ülkelerin izleyebilecekleri işgal stratejisinin nasıl olabileceğini bu cümlede ayrıntısıyla anlatıyor. Son olarak bu cümle için belirtmek istediğim bir diğer şeyde orijinal gençliğe hitabe metnin de yer alan ‘Tersane’ kelimesinin ekonomik işletmeler manasına geldiğidir. Makalenin sonunda ‘Tersane’ kelimesinin anlamı ‘Atatürk’ün Gençliğe hitabesindeki tersane kelimesinin anlamı’ bölümünde ayrıntısıyla verilmiştir. Orijinal Gençliğe Hitabedeki ‘Tersane’ asla gemi yapılan tersane anl***** gelemez, çünkü düşman yabancı sermayenin gemi yapılan tersaneleri ele geçirmesi ile ulusal güvenliğin tehlikeye girmesi arasında mantıklı bir bağ kurulamaz.1950’den sonra başlayıp özellikle 1980 yılından sonra ve 3 Kasım 2002’den sonraki hükümet döneminde yaygınlaşan özelleştirmeler, yabancı sermaye girişleri ve stratejik ekonomik kuruluşların çok ucuza ve tehlikeli bir şekilde yabancı sermayeye verilmesi Atatürk’ün Gençliğe Hitabesindeki uyarının hiç dikkate alınmadığını ve anlaşılamadığını kanıtlar niteliktedir. Korkarım ki belki 3 Kasım 2002’den sonraki hükümet 2002’den sonraki hükümet ve geçmişteki kimi hükümetler de Gençliğe Hitabede vurgulanan gaflet ve dalalet ve hatta ihanet içindeki iktidar sahipleridir. Belki 3 Kasım 2002’den sonraki hükümet döneminde ve geçmişteki kimi hükümetlerdeki kimi isimler şahsi çıkarları için batılı ülkelerle gizli gizli iş birliği bile yapmaktaktadırlar, yapmışlardır. Bütün bu durumlar Atatürk’ün ne kadar ileri görüşlü bir insan olduğunun kanıtıdır. Hatırlatmakta yarar vardır ki ekonomik bağımsızlığını kaybeden ülkeler siyasi ve askeri bağımsızlıklarını da kaybederler. Birçok gelişmiş batılı ülkede ekonomi % 51 ya da bu orana yakın devlet ağırlıklıdır, yani gelişmiş batılı ülkeler devletçidirler. Hal böyleyken Atatürk’ün ‘Devletçilik’ ilkesinden neden vazgeçildiği ve uygulanmadığı anlaşılır şey değildir.

BÜTÜN BU KOŞULLARDAN DAHA ACIKLI VE KORKUNÇ OLMAK ÜZERE, ÜLKEDE, İKTİDARA SAHİP OLAN HÜKÜMET VE DEVLET ADAMLARI GAFLET VE SAPKINLIK VE HATTA İHANET İÇİNDE OLABİLİRLER. :Atatürk bu cümlede ülkemizin kendisinden sonra ya da kendisi zamanında içine düşebileceği durumu özetlemeye devam ediyor. Atatürk ‘iktidara sahip olan hükümet ve devlet adamları gaflet ve sapkınlık içinde olabilirler’ derken yönetici sınıfın yeteneksiz, yönetme görevi için ehil olmayan şahıslar olabileceklerini kastediyor. Düşman ülkelerin hedeflerine ulaşırken diğer yandan içerdeki hainlerin düşmanlarla yukarıdaki paragraflarda anlattığımız sahnelerden daha dramatik bir şekilde iş birliği yapabileceği anlatılıyor, vurgulanıyor.

HATTA BU İKTİDAR SAHİPLERİ KİŞİSEL ÇIKARLARINI, İŞGALCİLERİN SİYASİ AMAÇLARIYLA BİRLEŞTİREREK DÜŞMANLA İŞBİRLİĞİ YAPABİLİRLER. : Bu cümlede bir önceki cümlede anlatılan korkunç durumdan daha korkunç bir durumun daha gerçekleşebileceği anlatılıyor, vurgulanıyor. İçerideki ihanet içinde olan iktidara sahip devlet ve hükümet adamlarının kişisel çıkarları için işgalci düşman ülkelerle işbirlikçilik yapabilecekleri önemle vurgulanıyor, Türk Gençliği bir kez daha bu cümlede uyarılıyor, Türk Gençliğinin uyanık olması salık veriliyor.

MİLLET, YOKSULLUK VE ***INTI İÇİNDE EZİK VE BİTKİN DÜŞMÜŞ OLABİLİR. : Bu cümlede Atatürk Ülkemizin işgal edilmesi halinde halkımızın içine düşebileceği ekonomik, sosyal durum özetleniyor. Ancak yoksulluk ve sıkıntı içinde bir ülke işgale uğrayabilir. Atatürk olası bir işgal durumunda ya da öncesinde halkın içine düşebileceği ekonomik ve sosyal durumu ince bir ifade tarzıyla anlatıyor. Halkın içine düşebileceği ekonomik ve sosyal durumu yoksul, sıkıntı içinde, ezik, bitkin kelimeleri çok iyi bir şekilde anlatıyor.

EY TÜRK GELECEĞİNİN EVLADI! :Atatürk Gençliğe Hitabenin başında Türk Gençliğine ‘Ey Türk Gençliği’ diye sesleniyordu. Bu cümlede de yine çok yerinde bir ifade tarzı ile sesleniyor. Gençlerin, Türk gençliğinin Türk Milletinin geleceğinin umudu olduğu Atatürk tarafından ifade ediliyor.

İŞTE, BU DURUM VE KOŞULLAR İÇİNDE BİLE GÖREVİN, TÜRK BAĞIMSIZLIĞINI VE CUMHURİYETİNİ KURTARMAKTIR! : Atatürk Türk Gençliğine vasiyetine son verirken Türk gençliğine görevini bir kez daha hatırlatıyor. ‘İşte’ ifadesiyle yazısına son vermeye başlıyor. Bütün Gençliğe Hitabe boyunca anlatılan korkunç şartlara rağmen Türk
Gençliğinin görevinin Türkiye Cumhuriyeti bağımsızlığının ve rejiminin korunması, kurtarılması olduğunu bir kez daha anlatılıyor vurgulanıyor.

MUHTAÇ OLDUĞUN GÜÇ, DAMARLARINDAKİ ASİL KANDA BULUNMAKTADIR! : Atatürk bu cümlede yine Türk gençliğine seslenmeye devam ediyor. Bütün Gençliğe Hitabe boyunca anlatılan tüm olumsuz koşul ve durumlarda dahi Türk Gençliğinin görevi vatanı kurtarmaktır. Türk Gençliğinin bir işgal durumunda ihtiyaç duyacağı güç ‘Damarlarındaki Asil kanda mevcuttur.’ ‘Asil kan’ ifadesiyle anlatılmak istenen şey Türk Milletinin şeref ve başarı dolu tarihidir. Yoksa, değilse Atatürk ırkçılık yapıyor olamaz. Atatürk birçok ifadesinde ırkçılığı reddettiğini belirtmiştir. Atatürk’ün Eylemlerinden ve açıklamalarından bunu açık bir şekilde anlayabiliriz.
Aşağıdaki ‘Atatürk’ün Gençliğe hitabesindeki kelimelerin anlamı’ bölümünde
Atatürk’ün Gençliğe hitabesindeki ‘tersane’ kelimesinin anlamı ayrıntılı olarak verilmiştir

Masal Türü Özellikleri ve ÖRnekler,temsilciler eserler


MASAL NEDİR?



Genellikle halkın yarattığı , ağızdan ağıza , kuşaktan kuşağa anlatılarak sürüp gelen ,çoğunlukla olağanüstü durum ve olayları yine olağanüstü kahramanlara bağlayarak anlatan yaşanmamış halk hikayelerine masal denir.






Sözlü gelenekle ilişkisi olmayan edebi yönü ağır basan bazı eserler de bu türün içinde yer alır.





MASAL TÜRLERİ



Halk masalları 4 temel grupta toplanır: Hayvan masalları, olağanüstü ve gerçekçi masallar, güldürücü öyküler, zincirlemeli masallar.

1- Hayvan masalları genellikle kısa masallardır. La Fontaine masalları bu türün en güzel örnekleridir. Şeyhi’nin Har-name adlı eseri de Divan edebiyatındaki hayvan masalları türüne örnek gösterilebilir.

2- Olağanüstü masallarda, olağan varlıkların yanı sıra cin, peri, dev, ejderha gibi olağanüstü varlıklara da yer verilir. Gerçekçi masalların başlıca kahramanları ise padişahlar, vezirler, prens ve prensesler, zenginler, hırsızlar ya da haydutlar gibi gerçek hayattaki kişilerdir.

3- Güldürme amacı taşıyan masallar okuyan ve dinleyeni eğlendirmeyi amaçlayan masallardır.

4- Zincirleme masallarda sıkı bir mantık bağıyla birbirine bağlanan, küçük ve önemsiz bir dizi olay art arda sıralanır.



MASALIN ÖZELLİKLERİ



***Olağanüstü konular vardır.

***Kahramanlar olağanüstü özelliklere sahip olabilir.

***Yer ve zaman belirsizdir.

***Masallarda bir öğüt (ders) çıkarılabilir.

***Masallar, kalıplaşmış bir tekerleme ile başlar.

***Masallarda olağanüstü varlıklar (cin, peri, melek) bulunabilir.

***Masallarda milli ve dini motiflere hemen hiç yer verilmez.

***Masallar didaktik ( öğretici) türler olmalarına rağmen , genellikle eğitim amacı saklıdır.

***Anlatım kısa ve yoğundur.

***Anlatımda genellikle öğrenilen geçmiş zaman kipi ( -mişli geçmiş ) veya geniş zaman kipi (-r ) kullanılır.

***Masallar kalıplaşmış tekerlemelerle biter.









ÜLKEMİZDE MASAL DERLEMELERİ ve İNCELEMELERİNDEN;



Bugün Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde anlatılan masalların mazisi, Türk kültürünün çok eski çağlarına kadar uzanmaktadır. Elimizde Türk masallarını ihtiva eden (içeren)* basılı eserler az olmasına rağmen, masallarımız hâlâ halkın dilinde tazeliğini ve canlılığını korumaktadır. Bunun yanında daha nice masallarımızın unutulduğu da bilinen bir gerçektir.

Her bölgenin ve köyün zevkle dinlediği ve usta olarak kabul ettiği bir masalcısı vardır. Bu usta masal anlatıcıları, erkek olduğu gibi kadın da olabilmektedir. Bu masalcılara gereken ilgi gösterilmediği için, bu dünyadan göçerken, bildiklerini de, çok az bir iz bırakarak, beraberlerinde götürmüşlerdir.



Pertev Naili Boratav, Az Gittik Uz Gittik, Adam Yayınları, İstanbul, 1997, 318 s.

Folklor ve edebiyat (2 Cilt), Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciği; Köroğlu Destanı; Zaman Zaman İçinde (Tekerlemeler, Masallar) adlı bulunan Pertev Naili Boratav’ın Az Gittik Uz Gittik adlı eseri ilk baskısını 1969’da yapmıştır. Bu baskıdan sonra eser tıpkı basım olarak iki baskı daha yapmıştır. 1997 tarihli olan bu son baskı ile ilgili kısa bilgi verecek olursak: Kitap, eserin içeriği hakkında kısa bilgiler veren ve Pertev Naili Boratav’ın 1968 tarihinde kaleme aldığı bir ön sözle başlamaktadır. Bundan sonra bir tekerleme yer almaktadır. Daha sonra 48 masal, altı alt bölümde verilmiştir. Yedinci bölümde ise, “Karatepeli Hikâyeleri” başlığı altında 19 hikâye yer almaktadır.

Türk duygusunun, düşünüşünün kısaca Türk kültürünün bir aynası olan bu masallardan bazıları şöyledir:

1. Ayağına Diken Batan Karga

2. Dev-Baba

3. Dünya-Güzeli

4. Benli-Bahri

5. Kral-Padişahının Kızı

6. Kara-tavuk





Umay Günay ,Elazığ Masalları’ nda derleyerek incelediği ürünleri 1973 yılında yayımlamıştır.

Türk folklorcularından Hamit Zübeyr Koşay, 1929 yılında Dokuz Ötkünç adlı eserini neşretmiştir.

Yusuf Ziya Demircioğlu, derlemiş olduğu masalları Yürükler ve Köylülerde Hikayeler-Masallar adlı eserinde 1934 yılında bir araya getirmiştir.

Naki Tezel, 1936 yılında Keloğlan Masalları adlı eserini neşretmiştir.

Ziya Gökalp, çıkarmakta olduğu Küçük Mecmua’da halk masalları yayımlamıştır.

Bunlar dışında, Ahmet Caferoğlu, Ahmet Bican Ercilasun, Turgut Günay, Turgut Acar, derlemiş oldukları metinlerde masal ve fıkralara da yer vermişlerdir.



TÜRK MASALLARIYLA İLGİLİ DÜNYADA YAPILAN ÇALIŞMALARDAN;

Türk maslarını içine alan en eski derleme Fransa Kıralı 14.Lui’nin mütercim ve sekreteri olan M.Digeon’un eseridir. 1781 tarihini taşıyan bu eserde üç Türk masalı olmak üzere beş masal vardır.

Macar Türkolog Ignas Kunoş, Yurdumuzun çeşitli bölgelerinden derlemeler yapan bir bilim adamıdır, masallarımızı ayrı ayrı ciltlerde toplamıştır. Masalları bölgeden derleyen, tercüme eden ve onları neşre hazırlayan Ignas Kunoş’un bizzat kendisidir.







***Binbir Gece Masalları, Orta Çağ'da kaleme alınmış Orta Doğu kökenli edebi eserdir. Şehrazat'ın hükümdar kocasına anlattığı hikâyelerden oluşur.



Konusu;



Hikâyeye göre Fars kralı Şehriyar "Hindistan ile Çin" arasındaki bir adada hüküm sürer (eserin daha sonraki biçimlerinde, Şehriyar'ın Hint ve Çin'de egemenlik sürdüğü yazar). Şehriyar, karısının kendisini aldattığını öğrenir ve öfkelenir, tüm kadınların sadakatsiz, nankör olduğuna inanmaya başlar. Önce karısını öldürtür, sonra da vezirine her gece kendisine yeni bir hanım bulmasını emreder. Her gece yeni bir gelin alan Şehriyar, geceyi geçirdikten sonra tan vakti kadınları idam ettirir. Bir süre bu böyle devam eder, daha sonra vezirin akıllı kızı Şehrazad bu kötü gidişata son vermek için bir plan kurar ve Şehriyar'ın bir sonraki eşi olmaya aday olur. Evlendikleri geceden başlayarak, kardeşi Dünyazad'ın da yardımıyla her gece Şehriyar'a çok güzel ve heyecanlı hikâyeler anlatır. Tam şafak vakti geldiğinde, hikâyenin en heyecanlı yerinde anlatmayı keser. Hikâyenin sonunu merak eden Şehriyar, ertesi gece devam edebilmesi için, o gecelik Şehrazad'ın idamını erteler. Kitabın sonuna kadar, Şehrazad'ın Şehriyar'a anlattığı hikayeler yer alır. Sona gelindiğinde, Şehrazad üç erkek çocuk doğurmuştur ve evlenmelerinin üzerinden uzunca bir süre geçmiştir. Kralın kadınlara olan öfkesi ve kötü düşünceleri dinmiş, Şehrazad'ın sadakatine inanmıştır. Böylece önceki emrini de kaldırır.









TÜRK MASALLARINA ÖRNEK METİN:



Tuz



Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir padişahın üç oğlu varmış.

Padişah, aklı oldukça kıt bir adammış. Yaşına, padişahlığına yakışmayan hareketler yapar, herkesi kendine güldürürmüş. Devlet işleriyle hiç uğraşmazmış. Vaktini hep ava gitmekle, eğlenceler tertiplemekle geçirirmiş.

Günlerden bir gün, üç oğlunu da yanına çağırmış, onlara :

Söyleyin bakayım, diye sormuş, beni ne kadar seviyorsunuz?

Babalarının böyle tuhaf hallerine alışık olan şehzadeler, onun bu sorusunu hiç yadırgamamışlar. Fakat, onun, sorduğu bir şeye karşılık verilmediği zaman da ne kadar kızdığını bilirlermiş. Önce en büyük şehzade cevap vererek :

Babacığım, demiş, sizi altın kadar, elmas kadar, pırlanta kadar seviyorum.

Büyük oğlunun bu cevabı padişahın pek hoşuna gitmiş. Kahkahalarla güldükten sonra, ortanca oğluna bakmış :

Ya sen beni ne kadar seviyorsun bakayım? diye sormuş. O da :

Babacığım, demiş, ben sizi bal kadar, börek kadar, kadayıf kadar seviyorum.

Ortanca oğlunun cevabı da padişahın hoşuna gitmiş. Gene kahkahalarla gülmüş. Sonra en küçük şehzadeye dönerek:

Söyle benim küçük oğlum, demiş, ya sen beni ne kadar seviyorsun bakayım?

Küçük oğlan, birdenbire cevap verememiş. Biraz yutkunduktan sonra:

Babacığım, demiş, ben sizi tuz kadar seviyorum.

Küçük şehzadenin bu beklenmedik cevabı karşısında, ağabeyleri, kendilerini tutamayıp gülmüşler. Padişahın da suratı birden asılmış. Kaşlarını çatarak:

Ne dedin, ne dedin?! diye bağırmış. Beni tuz kadar seviyorsun ha? Seni utanmaz, hain evlat seni. Dünyada tuzdan daha kıymetli bir şey bulamadın mı?!

Sonra, hiddetle, yanındaki küçük bir sedef sandıktan iki kese altın çıkarmış. Birini büyük oğluna, ötekini de ortanca oğluna atmış. Onlara, eliyle dışarı çıkmalarını işaret etmiş. Her iki oğlu da âdeta yerleri öpüp geri geri giderlerken, padişah ellerini çırpmış. İçeri bir arap girince:

Çabuk bana cellatları çağırın! Diye bağırmış.

Arap uşak hemen dışarıya çıkmış. Kısa bir zaman sonra, iri boylu, yarı çıplak bir halde, korkunç iki arap cellatla içeri girmiş.

Padişah, küçük oğlunu göstererek:

Çabuk bunu alın! Kafasını uçurun! Diye bağırmış. Eğer emrimi yerine getirmezseniz, ikinizi de parça parça doğratırım...

Herkes gibi sarayda küçük şehzadeyi cellatlar da pek çok severlermiş. Padişahın bu emri üzerine, onu tutup sürükleyerek dışarıya çıkarmışlar. Hemen iki at hazırlatmışlar. Birisi küçük şehzadeyi yanına almış. Atları dağlara doğru sürüp gitmişler.

Saraydan oldukça uzak bir yerde, bir dağ başında durmuşlar.

Küçük şehzade pek üzüntülü imiş. Dokunsalar nerede ise ağlayacakmış. Cellatlar onun bu haline acımışlar. Bir tanesi:

Şehzadem, demiş, biz sana kıyamayacağız. Ama, padişahımızın emrini sen de kulaklarınla duydun. Bari gömleğini çıkarıp bize ver de, bir tavşan yakalayıp onun kanına bulayalım... “İşte şehzadeyi kestik” diye kanlı gömleği götürüp babanıza verelim. Sen de buralardan uzaklaş, bir daha memlekete dönme!

Şehzade, cellatların bu teklifine sevinmiş. Hemen soyunup gömleğini onlara vermiş. Hayatını bağışladıkları için her ikisine de teşekkür etmiş. Atın birini de onlardan alarak uzaklaşmış, gözden kaybolmuş.

Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, altı ay bir güz gitmiş... Nihayet bir memlekete varmış. O kadar yorgunmuş ki, neredeyse, attan inerek yere uzanıp uyuyacakmış.

Şehre girerken, yol kenarındaki ilk evin kapısını çalmış. Kapıyı ihtiyar bir kadın açmış. Ona, şehzade olduğunu bildirmemiş, dünyada kimsesi bulanmadığını, bu memleketin de yabancısı olduğunu söyleyerek kendisini evlatlığa kabul etmesini rica etmiş. Zaten ihtiyar kadının da hiç kimsesi yokmuş. Zahmet çekmeden yetişmiş bir çocuk sahibi oldum diye sevinerek şehzadeyi evlatlığa kabul etmiş.

İhtiyar kadın, şehzadenin önüne yiyecek koymuş. Karnını doyuran şehzade, gidip çeşmede elini, yüzünü, ayaklarını güzelce yıkamış. Sonra atının da karnını doyurmuş. Bu işler bitince, kadının yaptığı yatağa kendini atarak derin bir uykuya dalmış.

Ertesi sabah uyandığı zaman, şehzade, pencereden halkın akın halinde bir tarafa doğru gittiğini görmüş, ihtiyar kadına:

Anacığım demiş, herkes böyle nereye gidiyor? Bayram filan mı var?

İhtiyar kadın:

Bayram değil ama oğlum, demiş, ondan daha önemli bir şey var. Bugün talih kuşunu uçuracaklar, padişahımızı seçecekler...

Bu sefer şehzade:

Ne olur anacığım, demiş, beni de götür. Hiç olmazsa seyrederiz.

İhtiyar kadın evlatlığını kıramamış. Kalkıp giyinerek sokağa çıkmışlar. Halkla beraber büyük meydana gitmişler.

Herkes toplandıktan sonra, talih kuşunu uçurmuşlar. Talih kuşu, kalabalığın üzerinde dolaşmaya başlamış. Kimisi, “acaba bana mı konacak?” diye heyecan geçiriyor, kimisi de, “benim başıma konsun” diye ayaklarının ucuna basarak boyunu yükseltiyormuş.

Ne ise, kuş, döne dolaşa gelip bizim küçük şehzadenin başına konmamış mı?

Buna hiç kimse razı olmamış. Her kafadan bir laf çıkıyor, kimisi de:

O yabancı, padişah olamaz! diye bağırıyormuş. Çaresiz seçimi bozmuşlar. Ertesi sabah tekrar toplanmaya karar vermişler.

Ertesi gün herkes gene meydanda toplanmış. Bu sefer de bir yanlışlık olur da, halkı kızdırırım diye, küçük şehzade, gidip yol kenarındaki mezarlıkta, bir taşın yanında oturmuş.

Talih kuşunu uçurmuşlar. Halk heyecandan kırılıyormuş. Ama kimsede de ses seda yokmuş. Gözler hep havada kuşun uçuşunu dikkatle takip ediyormuş.

Talih kuşu, döne dolaşa gidip bu sefer de mezarlık kenarında oturan şehzadenin başına konmamış mı?

Halk gene kıyameti koparmış. Bir taraftan da:

Olmadı, olmadı, Türk’ün şartı üçtür; diye bağıranlar olmuş. Çaresiz bu seçimi de bozmuşlar. Yeniden toplanmaya karar vermişler.

Ertesi sabah, halk meydanda çok erkenden toplanmış. Şehzade ile ihtiyar kadın evlerinden henüz çıkmış, meydana doğru gelirlerken, talih kuşu uçurulmuş.

Kuş gene kalabalığın üzerinde birkaç defa dönmüş. Sonra oradan hızla uzaklaşarak, gidip meydana doğru yeni gelmekte olan şehzadenin başına üçüncü defa konmuş. Bu sefer hiç kimse itiraz edememiş. Bizim küçük şehzade de padişah olarak o memleketin idaresini eline almış. Akıllı çocuk olduğu için, kısa zamanda halka kendini sevdirmiş. Birçok işler yapmış. Memleketi gül gibi idare etmeye başlamış.

Aradan yıllar geçmiş. Genç padişah, kendisini bildirmeden, babasına bir mektup göndererek, memleketine dâvet etmiş. Babası, komşu bir memleket padişahından gelen dâveti kabul etmiş. Gezip eğlenmeye bayıldığı için, bir tabur askerle birlikte hemen gelmiş.

Genç padişah, çok güzel yemekler hazırlatmış. Fakat hiç birine tuz koydurmamış.

Genç padişah bıyık ve sakal bıraktığı için, ilk karşılaştıkları zaman babasının tanımadığını hissedince, pek sevinmiş.

Ne ise, akşam yemeğini yemişler. Misafir padişah yemekleri çok beğenmiş ama, tuzsuz oluşuna hayret etmiş. İçine baygınlıklar geldiği halde, hiçbir şey söylememiş.

Ertesi gün, askerlerini dolaşmış. Hatırlarını sormuş. Onlar da yemeklerin tuzsuz oluşundan şikâyet etmişler.

O gün öğle yemeğini yerlerken, misafir padişah:

Kuzum, sizin memlekette tuz bulunmaz mı? diye sormuş. Genç padişah, gülerek:

Vardır padişahım, diye cevap vermiş. Hem o kadar çoktur ki, bütün dünyaya tuz buradan gider.

Bu cevaba büsbütün şaşıran padişah:

İyi ama, demiş, bütün yemekleriniz tuzsuz. Sebebi nedir?

Genç padişah bu sefer:

Sizin tuzu hiç sevmediğinizi, yemeklerinize koydurmadığınızı söylediler de, demiş, onun için koydurmadım.

Padişah, derhal atılmış:

Katiyen efendim, demiş, yanlış söylemişler. Tuzsuz hayat mı olurmuş? Ben tuzu çok severim.

O zaman, genç padişah, gülerek:

Ama, demiş, küçük oğlunuz size: “Ben seni tuz kadar severim” dediği zaman, onu cellatlara teslim etmiştiniz?

Bu söz üzerine, padişah, kendine gelmiş. Karşısındaki genç padişaha dikkatle bakınca, oğlunu tanımış. Arkasından da gözlerinden iki damla yaş yuvarlanmaya başlamış.

Baba, oğul hemen kucaklaşmışlar. Sevinçleri görülecek şeymiş. Onlar ermiş muradına.